YOLCULUKTA
NAMAZ
Hanefî mezhebinde olan bir kimse, giriş çıkış günleri
hariç onbeş günden az kalmak niyeti ile yüzdört kilometre ve daha uzak bir yere
giderse misafir olur.
Seferî veya misafir olmak demek, yolcu olmak demektir.
Misafir, dört rek’atli farz namazları iki rek’at kılar. İmâma uyarsa, yine dört
rek’at kılar. Misafir imâm olursa, ikinci rek’atın sonunda selâm verir. Sonra
cemâat namazlarını tamamlamak için ikişer rek’at daha kılarlar.
Seferî olan bir kimse, mest üzerine üç gün, üç gece
mesh edebilir. Orucunu bozabilir. Yolcu rahat ise orucunu bozmaması daha iyidir. Kurban
kesmesi vâcib olmaz. Cuma namazı da seferî olana farz değildir.
Namaz vaktinin sonunda sefere çıkan kimse bu namazı
kılmamış ise, iki rek’at kılar. Fakat vaktin sonunda vatanına gelen, bu vaktin
namazını kılmamış ise dört rek’at kılar.
Nâfile namazları ayakta kılmağa gücü yeterken, oturarak
kılmak, her zaman ve her yerde câizdir. Oturarak kılarken, rükû’ için bedeni ile
eğilir. Secde için, başını yere kor. Lâkin, özrü yok iken nâfileleri oturarak
kılana, ayakta kılanın yarısı kadar sevâb verilir. Beş vakit namazın sünnetleri
ve terâvih namazı da, nâfile namazıdır. Yolda, ya’nî şehir, köy hâricinde,
nâfile namazları hayvan üzerinde kılmak câizdir. Kıbleye dönmek ve rükû’ ve
secde yapmak lâzım değildir. Îmâ ile kılar. Ya’nî, rükû’ için, bedeni ile
biraz eğilir. Secde için, bundan dahâ çok eğilir. Hayvan üzerinde fazla necâset
bulunması, namaza mâni değildir. Yerde nâfile kılarken yorulanın, bastona, insana,
dıvara dayanıp kılması, câiz olur. Kendi yürürken namaz kılmak sahîh değildir.
Farz ve vâcib namazları, şehir hâricinde, ancak özür
olunca, hayvan üstünde kılabilir. Özür, inince arkadaşlarının gidip yalnız
kalması, canı, malı, hayvanı için, hırsız korkusu olması, yerin çamur olması,
hayvana binmekten âciz olmak gibi şeylerdir. Mümkün ise, hayvanı kıbleye karşı
durdurup kılar. Mümkün değil ise, hareket cihetlerinde kılar. Hayvan üzerindeki
mahmel denilen sandık gibi şeylerin içinde kılmak da, böyledir. Hayvan durdurulup,
mahmelin altına direk konursa, (Serîr), ya’nî masa, kanape gibi olup, yerde
kılmak demektir. Kıbleye karşı ayakta kılması lâzım olur.
Gemide namaz kılmak, Ca’fer Tayyâr hazretleri
Habeşistana giderken, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” ona öğretdiği
gibi, şöyledir: Hareket eden gemide, özrü olmadan farz ve vâcib de kılınır. Gemide
cemâat ile kılınabilir. Hareket eden gemide de, îmâ ile kılmak câiz olmayıp,
rükû’ ve secde yapar. Kıbleye dönmesi de lâzımdır. Namaza başlarken kıbleye
karşı durur. Gemi döndükçe, kendisi kıbleye döner.
Deniz ortasında demirlemiş gemi, çok sallanıyor ise,
giden gemi gibidir. Az sallanıyorsa, sâhilde duran gemi gibidir. Sâhilde duran gemide
farzlar oturarak kılınmaz. Sâhile çıkmak mümkün ise, ayakta kılmak da sahîh
olmayıp, karaya çıkıp kılmak lâzımdır. Malı, canı veyâ geminin hareket etmek
tehlikesi varsa, gemide ayakta kılması câiz olur.”
İki tekerlekli olup da, hayvana bağlanmadan yerde düz
duramıyan arabada, dururken de, giderken de, namaz kılmak, hayvan üzerinde kılmak
gibidir. Dört tekerlekli araba, dururken serîr, masa gibidir. Hareket ederken ise,
hayvan için yukarıda yazılı özürlerle, içinde farz kılınabilir ve arabayı
durdurup kıbleye karşı kılar. Durduramazsa, giden gemideki gibi kılar). Hareket
esnâsında kıbleye dönemiyen, Şâfi’î veya Malikî mezheblerindene birini taklîd
ederek, iki namazı beraber kılar. Buna da imkân olmazsa, kıbleye dönmesi sâkıt
olur. Sandalyada, koltukta oturarak, îmâ ile namaz kılmak, hiçkimseye câiz değildir.
Otobüste, tayyârede namaz kılmak, arabada kılmak gibidir.
Farzları ve vâcibleri, yolculukta zaruret olmadıkça
hayvan üzerinde kılmamalıdır. Vasıtaları durdurup, kıbleye karşı ve ayakta
kılmalıdır. Bunun için vasıtaya binmeden gerekli tedbirleri önceden almalıdır.
Otobüste, trende, dalgalı denizde kıbleye dönemiyenlerin
namazda göğsü kıbleden ayrılırsa namaz bozulur. Farz namazları kılınmış olmaz.
Vasıtayı durdurup kıbleye dönemiyenler, yolda oldukları müddetçe Şâfi’î veya
Malikî mezheblerinden birini taklîd ederek, öğle ve ikindiyi ve akşam ile yatsıyı,
cem’edebilir. Ya’nî seferde iken bu iki namazı birbiri arkasına kılar. Çünkü bu
iki mezhebde yolculukta, ikindiyi öğle namazı vaktinde ve yatsıyı akşam namazı
vaktinde takdîm ederek kılmak, veyahut öğleyi ikindi vaktine ve akşamı, yatsı
namazı vaktine tehîr ederek, iki namazı bir arada kılmak câizdir. Bunun için,
Hanefî mezhebinde olan yolda kıbleye dönemiyecek ise, yola çıktıktan sonra, gündüz
bir yerde durduğu zaman, öğle vaktinde öğleyi kılınca hemen ikindiyi de kılmalı,
gece durulduğu zaman, yatsı vaktinde akşamı ve sonra yatsıyı bir arada kılmalı ve
bu dört namaza niyet ederken ((Maliki veya Şafiî mezhebini taklîd ederek edâ
ediyorum) diye niyet etmeli, ya’nî kalbinden geçirmelidir. Yola çıkmadan veya
yolculuk bittikten sonra, iki vaktin namazı birlikte kılınmaz.
Vatan çeşitleri
İnsanın mukîm olduğu, yerleştiği yere Vatan denir. 3
çeşit vatan vardır: 1- Vatan-ı aslî, 2- Vatan-ı ikâmet, 3- Vatan-ı
süknâ.
Vatan-ı aslî: İnsanın doğup büyüdüğü, daha sonra
evlendiği yerdir. Bundan sonra da hep kalmak niyetiyle yerleştiği yerdir. Burayı da
değiştirip temelli kalmak üzere başka yere göçebilir. O zaman göçtüğü yer
vatan-ı aslî olur. Vatan-ı aslîye giden kimse seferî olmaz.
Çocuğun Vatanı
Bâlig bir çocuğun ana babasının bulunduğu yer,
doğduğu yer bile olsa, buradan ayrılıp başka yerde, çıkmamak üzere niyet edip
yerleşse veya evlense, orası vatan-ı aslîsi olur. Ana babasının yanına gidince,
yerleşmeye niyet etmedikçe, burası, çocuğun vatan-ı aslîsi olmaz. Onun vatan-ı
aslîsi, evlendiği veya son yerleştiği yerdir.
Bir köyde ikâmet eden bir kadın, şehirdeki doğum evine
giderek çocuğu olsa, çocuğun vatan-ı aslîsi, annesinin ikâmet ettiği köydür.
Çünkü orada büyüyecektir. Birkaç gün kaldığı yerde, ya'nî vatan-ı süknâda
doğmuş sayılmaz.
Vatan-ı ikâmet: Giriş-çıkış
günlerinden başka 15 gün veya daha çok devamlı kalıp, sonra çıkmaya niyet edilen
yere vatan-ı ikâmet [geçici vatan] denir. Bir kimse, tahsil veya vazîfe için bir
yerde yıllarca kalmaya ve sonra buradan çıkmaya niyet ederse, burası vatan-ı ikâmet
olur. Temelli yerleşseydi, burası vatan-ı aslî olurdu
Bir yerde bu miktâr kalmaya niyet ederken, bu müddet
içinde, başka yere gidip kalmaya ve yine buraya dönmeye de niyet edilirse, burası
geçici vatan olmaz. Geceleri burada, gündüzleri başka yerde kalmaya niyet ederse,
burası vatan-ı ikâmet olur.
Vatan-ı süknâ: İnsanın
uğradığı yer olup, 15 günden az kalmak için niyet edilen, yâhut bugün yarın
çıkarım diyerek uzun müddet oturulan yerdir. Misâfir, vatan-ı süknâda farzları
hep iki rek'at kılar.
Vatan-ı aslî başka bir vatan-ı aslî ile bozulur.
Vatan-ı ikâmette veya vatan-ı süknâda bulunmak, vatan-ı aslînin bozulmasına sebep
olmaz. Sefere çıkmak da, vatan-ı aslîyi bozmaz. Meselâ bir kimse, evlenip veya
temelli kalmak üzere bir yere yerleşmedikçe, doğup büyüdüğü yer vatan-ı aslî
olmaktan çıkmaz. Evlenirse, eski vatan-ı aslîsi bozulur. Evlendiği yer vatan-ı aslî
olur. Başka bir yerde temelli kalmak üzere yerleşirse, bu sefer evlendiği yer vatan-ı
aslî olmaktan çıkar. Temelli yerleştiği yerden ayrılıp başka bir yere temelli
yerleşirse, önceki yerleştiği yer vatan-ı aslî olmaktan çıkar. Meselâ:
Bir kimse, Haymana'da doğsa, vatan-ı aslîsi Haymana olur.
Bu kişi, Samsun'da evlense, Haymana vatan-ı aslî olmaktan çıkar ve vatan-ı aslîsi
Samsun olur. Daha sonra Fatih'te temelli yerleşmeye karar verirse, o zaman vatan-ı
aslîsi Fatih olur. Samsun vatan-ı aslî olmaktan çıkar. Vatan-ı aslîde bir saat de
kalınsa namazlar kısaltılmaz.
Vatan-ı ikâmet üç şeyle bozulur:
1- Başka bir vatan-ı ikâmete gidince, sefer niyeti
ile çıkmamış olsa ve aralarındaki uzaklık üç günlük yoldan az olsa bile, önceki
vatan-ı ikâmet bozulur.
2- Vatan-ı aslîye gidince de bozulur. Bir kimse,
vatan-ı aslîsi olan Nevşehir'den Konya'ya bir ay kalmak niyetiyle gitse, sonra,
Karaman'a gidip evlense ve oraya yerleşse, Karaman vatan-ı aslî olur. Konya vatan-ı
ikâmet, Nevşehir de vatan-ı aslî olmaktan çıkar.
3- Sefere niyet ederek çıkmaktır. Ya'nî vatan-ı
ikâmetten 3 günlük yola gitmeye niyet ederek ayrılınca, burası vatan-ı ikâmet
olmaktan çıkar. Daha az yola niyet ile gidip gelseydi, vatan-ı ikâmeti bozulmazdı.
|
Seferilik ve Seferi Namaz Meselesi |
Seferin Anlamı
ve Müddeti
Sefer ve Müsaferet, lügatta herhangi bir mesafeye gitmektir.
Bunun karşıtı "ikamet"dir. Din yönünden sefer, belli
bir uzaklığa gitmektir. Bu da orta bir yürüyüşle üç günlük (onsekiz
saatlik) bir uzaklıktan ibarettir, Buna: "Üç merhale"
de denir. Orta yürüyüş, piyade yürüyüşüdür. Kafile halinde develerle
olan yürüyüşlerde ise orta yürüyüş, deve yürüyüşüdür.
Denizlerde de, yelken gemileri ile havanın mutedil olması esas
alınır. İşte karalarda böyle bir yürüyüşle, denizlerde de mutedil
bir havada yelkenli bir gemi ile onsekiz saat sürecek bir uzaklık
"Sefer Müddeti" sayılır.
Demek ki bu yolun yalnız gidilecek mesafesi muteberdir. Yoksa
gidip dönülmesine ait mesafesi muteber değildir.
Vatanında veya vatan hükmünde olan bir yerde oturan kimseye
"Mukîm" denir. Böyle bir yerden çıkıp en az onsekiz
saatlik bir mesafeye gitmeye başlamış olan kimseye de, din deyiminde
"Misafir=Yolcu" adı verilir.
Yolculuk hali, esasen zorluk ve sıkıntıdan boş kalmaz. Bunun
için dinimiz yolcular için bazı kolaylıklar göstermiştir. Yolculukda
gece-gündüz devamlı olarak yola devam edilemez. Dinlenmeye ihtiyaç
görülür. Bunun için fıkıh kitablarında üç gün üç gece diye sefer
müddetini göstermek buna aykırı değildir. Bu bakımdan bir günlük
normal yürüyüş, ortalama olarak altı saat kabul edilmiştir.
Bazı yolculuklarda zahmet ve meşakkat olmasa da, hüküm şahsa
değil, cinse göre olacağından sefer hükmü bütün yolculuk hallerini
kapsar.
Fıkıh alimlerinden bazılarına göre, sefer müddeti onsekiz
fersahlık bir mesafeden ibarettir. Bir fersah, üç mil ve her
mil de 20 dakika sürecek olsa, onsekiz fersah "18"
saat etmiş olur. Bir fersah, on iki bin adım, bir mil de dörtbin
adım sayılmaktadır. Bununla beraber fersahlar düz yerler ile
dağlık yerlerde ve dereliklerde bulunan durumlara göre değişir.
Düz bir arazide bir fersah mesafe bir saatte alınabileceği halde,
dağlık bir yerde böyle bir mesafe bir saatte alınamaz. Onun
için bu konuda fersah bir ölçü sayılmamalıdır. Şu da var ki,
fersah esas alındığı takdirde bir çok meseleler çözümlenmiş
olur.
Örnek: Tren ve uçakla olan yolculuklarda, gidilecek yerin kaç
fersah olduğu göz önüne alınır. En az onsekiz fersahlık bir
mesafeye gidilecek olursa, sefer müddeti gerçekleşmiş olur.
Sefer hükmü uygulanmaya başlar. Böylece taşıtların yürüyüş halini
göz önünde bulundurmaya gerek kalmaz. (Doğrusu üç İmam da bu
fersah şeklini kabul etmişlerdir. İmam Malik ile İmam Ahmed'e
göre, sefer müddeti "16" fersahdır. On altı fersah
da 48 mildir. Bir mil ise altı bin el arşınıdır. Buna göre sefer
müddeti, seksen kilometre ile altıyüz kırk metreye ulaşmış olur.
İmam Şafiî'nin ilk görüşüne göre bir gün bir gecedir. Son görüşüne
göre ise, "48" mildir.)
Gidilecek bir yerin hem karadan, hem de denizden yolu bulunsa,
yolcunun gideceği yol esas alınır. Bir beldeye deniz yolu ile
on iki saatte ve kara yolu ile onsekiz saatte gidilecek olsa,
karadan gidenler misafir sayılır, denizden gidenler sayılmaz.
O yerin karadan iki yolu bulunduğu takdirde de hüküm böyledir.
Sefer mesafesinde bulunan yoldan gidenler ancak misafir sayılır.
Yolculuk hükmünün uygulanması, oturulan yerin yola çıkıldığı
yöndeki evlerinden ayrıldıktan ve en az üç günlük bir vere gidilmesine
niyet edildikten sonra başlar. Onun için bu evler tamamen geçilmedikçe
ve sefere niyet edilmedikçe, sefer hali başlamış olamaz.
Bir beldenin kenarlarında olup "Fina-i Mısır" denilen
yerler de o beldeden sayılır. Bunlar çoğunlukla bir ok atımından
(dört yüz adımdan) az bir mesafe teşkil ederler. Belde ile bunlar
arasında tarlalar ve bostanlar bulunmadıkça beldenin ekleri
ve tamamlayıcıları sayılırlar. Onun için bunları da geçmek gerekir
ki, yolculuk hükmü başlamış olsun.
Şehrin dışındaki bağlar ve bostanlar, bekçilere ve bostancılara
ait ev ve kulübeler şehirden sayılmaz.
Seferin Hükümleri
Yolcular hakkında bir takım kolaylıklar ve ruhsatlar gösterilmiştir.
Şu uygulamalar bu kolaylıklardandır: Ramazan ayında yolculuk
halinde bulunan kimse için, orucu sonraya bırakmak mubahtır.
Misafirler (yolcular) için mestler üzerine mesih üç gün üç gecedir.
Misafir dört rekat farz namazlarını iki rekat olarak kılar.
Buna: "Kasr-ı Salat" denir. Biz Hanefilerce, misafirin
böyle namazını kısaltması gerekir. Buna aykırı olarak bu farzların
dört rekat olarak kılınması mekruhtur. Bununla beraber iki rekat
kılıp da teşehhüdde bulunduktan sonra iki rekat daha kılacak
olsa, farzı yerine getirmiş olur. Bu son iki rekat nafile sayılır.
Ancak selamı geciktirmiş olmasından dolayı hata işlemiş olur.
Fakat birinci teşehhüdü terk etse veya önceki iki rekatta kıraatta
bulunmamış olsa, farzı yerine getirmiş olmaz. Sabah ve cuma
namazlarında da hüküm böyledir.
"Kasr-ı Salat=Namazı kısaltmak", Peygamber Efendimizin
hicretlerinin dördüncü yılında meşru kılınmıştır. Meşru oluşu,
kitab, sünnet ve ümmetin icmai ile sabittir. (İmam Şafiî'ye
göre misafir (yolcu) olan kimse serbesttir. Dilerse dört rekatlı
farzları dört rekat olarak kılar)
Misafir kimse, vatanına dönünce yolculuk hükmünden çıkar. Vatanında
beklemeyi niyet etmesi şart değildir. Fakat kendi asıl vatanından
başka bir yere gidip orada niyetsiz olarak beklemekle misafir
olmaktan çıkmaz. Ancak en az onbeş gün bu beldede oturmaya niyet
ederse, o zaman sefer hükmünden çıkar. Onbeş günden az ikamete
(oturmaya) niyet etse veya ayrı ayrı iki beldede onbeş gün ikamete
niyet edip bunlardan yalnız birinde onbeş gün durmasa, misafirlik
hükmü son bulmaz.
Bir misafir, bulunduğu yerde onbeş gün durmayı niyet etmeyip
bugün, yarın çıkacağım diye uzun zaman orada kalacak olsa, yine
misafirlik hükmünden çıkmaz. Öyle ki, bir beldeye gidip belli
bir işini gördükten sonra dönmek kararında olan bir kimse, o
işin onbeş günden az bir zamanda yapılamayacağını bilmedikçe
yine sefer hükmünden çıkmaz, mukim sayılmaz. Eğer onbeş günden
önce bitmeyeceğini biliyorsa, niyet etmese bile mukim sayılır.
Sahrada ikamete niyet sahih değildir. Ancak göçebe halinde
olup çadırlarda oturanlar, kendilerine ve hayvanlarına onbeş
gün yetecek yiyecek ve içecekleri bulunduğu takdirde, sahralarda
onbeş gün oturmaya niyet ederlerse, mukim sayılırlar. Bu durumda
onlar, bu yerden kalkıp onsekiz saatlik bir yere gitmeyi niyet
etmedikçe, mukim olmaktan çıkmazlar.
Sefer ve ikamet hallerinde, kendisine uyulan kimsenin niyeti
geçerlidir. Ona uyanın niyetine itibar yoktur. Onun için asker,
kumandanının, köle efendisinin, işçi iş verenin, öğrenci hocasının,
peşin olan nikah bedelini almış bulunan kadın, kocasının niyetine
göre mukim veya misafir olur.
Sefer hususunda henüz buluğ çağına ermemiş çocuğun niyeti
geçerli değildir. Bunun için böyle bir çocuk hakkında sefer
hükümleri uygulanmaz. Çünkü sefer hususunda, sefer müddeti olan
bir mesafeye gitmeyi niyet etmek şart olduğu gibi, fikrinde
özgür olmak ve buluğ çağına da ermiş bulunmak şarttır. (Şafiî'lere
göre, mümeyyiz olan (kâr ve zararını seçen) çocuğun sefere niyeti
geçerlidir, namazını kısaltabilir.)
Sefer halinde bulunan bir kimse, tabi bulunduğu şahsın niyetini,
nereye kadar gideceğini bilmediği ve sorusuna da cevab alamadığı
takdirde, üç günlük mesafeye gidinceye kadar namazlarını tam
kılar; ondan sonra kısaltmaya (kasra) başlar. Düşman eline esir
düşen bir müslüman hakkında da hüküm böyledir. Herhangi bir
sebebden dolayı soru sorulamaması da soruya cevab alınamaması
gibidir.
Dar-ı harbde (düşman yurdu içinde) askerin ikamete niyeti
sahih değildir. Fakat güvenlik teminatı ile böyle bir bölgede
bulunan müslümanların orada ikamete (onbeş günden fazla durmaya)
niyet etmeleri sahihdir.
En büyük idareci de, sefer konusunda diğer insanlar gibidir.
Buna göre bir idareci, sefer müddeti olan bir yolculuğa niyet
etmeksizin memleketi dahilinde dolaşıp dursa, namazlarını tam
kılar. Fakat sefer müddeti olan bir yere gitmeyi niyet edip
dolaşırsa, namazlarını kısaltır. Sahih olan budur. Peygamber
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ve onun dört halifesi,
Medine'den Mekke'ye gidince dört rekatlı farz namazları ikişer
rekat olarak kılarlardı.
Namaz vakti devam ettikçe, misafirlik ve ikamet bakımından,
namazın vasfı değişebilir; vakit çıkınca da, vasıf kararlaşmış
olur. Bunlarda vaktin sonu, yani "Allahü Ekber" diyebilecek
bir zamanın kalmamış olması muteberdir. Buna göre bir misafirin
namazı, vakit henüz tamamen çıkmadan vatanına dönmesi ile veya
bir yerde onbeş gün ikamete niyet etmesi ile namazı iki rekattan
dört rekata döner. Fakat namazını henüz kılmadan vakit çıkıp
da, ondan sonra vatanına dönse veya bir yerde onbeş gün ikamete
niyet edecek olsa, artık bu namazı iki rekat olarak kaza eder,
dört rekat olarak kaza etmez. Çünkü vaktin çıkması ile, namazın
vasfı (misafir namazı olması) kararlaşmış olur.
Yolculuk halinde bulunan bir kadın haiz iken, gideceği yere
üç günden az bir mesafe kaldığı esnada temizlenecek olursa,
namazlarını tam olarak kılar.
Mukimin kazaya kalan namazları sefere çıkması ile, misafirin
de kazaya kalan namazları ikamete niyet etmesi ile değişmez.
Onun için ikamet halinde olan bir kimse, sefer halinde kazaya
kalmış olan namazlarını ikişer rekat kılacağı gibi, sefer halinde
bulunan kimse de, ikamet zamanında kazaya kalmış namazlarını
dörder rekat olarak kılar.
Mukim misafire, misafir de vakit içinde mukime uyabilir. Şöyle
ki: Bir mukimin vakit içinde olsun olmasın, misafire uyması
sahihdir. Misafir iki rekati kıldıktan sonra selam verince,
mukim kalkar ve kıraat yapmaksızın namazını tamamlar. Yanılsa
da, bundan dolayı sehiv secdesi yapmaz. Çünkü bu mukim bir lâhık
demektir. Lâhık bahsine bakılsın!
İmam olan misafirin, namazdan önce veya namazdan sonra cemaata
dönerek: "siz namazınızı tamamlayın, ben misafirim,"
demesi müstahabdır: Misafire gelince: Bu da ancak vakit içinde
mukime uyabilir. Bu halde dört rekatlı bir farz namazını mukim
gibi tam olarak kılar, İmama vakit içinde uymakla farz namazı
iki rekattan dört rekata dönmüş olur. Fakat vaktin dışında,
yani kendisi misafir iken kazaya kalmış dört rekatlı bir namazında
mukime uyması sahih olmaz. Çünkü böyle kazaya kalmış namazı,
evvelki iki rekat olarak kararlaşmıştır.
Misafir ile mukim, dört rekatlı bir namazı kazaya bırakmış
olsalar, bu namazda misafir mukime uyamaz. Çünkü bu namaz, misafir
için iki rekat olarak kararlaşmıştır. Onun için birinci oturuş
misafir için farz olduğu halde, mukim için farz değildir, vacibdir.
O halde farz namaz kılan, nafile namaz kılana uymuş olur ki,
bu caiz değildir.
Misafir vakit içinde mukime uymuş iken namazı bozulsa bunu
yine iki rekat olarak kılar. Çünkü onun imama uyması bozulmuştur.
Yolculuk veya yağmur sebebi ile iki vakit namazı bir vakitte
kılmak caiz değildir. Yalnız hac mevsiminde Arafat'da öğle ile
ikindi namazlarını öğle vaktinde ve akşam ile yatsı namazlarını
Müzdelife'de yatsı vaktinde bir arada cemaatla kılmak caizdir.
(Hac bahsine bakılsın!)
(Üç imama göre, bir özür sebebi ile, öğle ile ikindi veya akşam
ile yatsı namazlarını öne almak veya geciktirmek suretiyle bir
vakitte toplamak caizdir. Öğle namazı ile ikindi namazı öğle
vaktinde kılınabileceği gibi, ikindi vaktinde de kılınabilir.)
Sefer hükümlerinin uygulanması hususunda, yolculuğun meşru
olup olmaması arasında fark yoktur. Bunun için efendisinden
kaçmış bir köle veya haksız yere kocasından kaçmış bir kadın
sefer müddeti yola çıkınca namazını iki rekat kılar ve isterse
orucunu da sonraya bırakabilir. (Üç İmama göre, böyle yolcular,
misafirler hakkındaki kolaylıklardan yararlanamazlar. Onlar
bu ihsana ehil değillerdir.)
Yolculuğun Sona Erip Ermemesi
Asıl vatana dönmekle yolculuk hali sona erer. Orada ikamete
niyet edilmesi gerekmez. İkamet vatanı böyle değildir, orada
(en az onbeş gün) oturmaya niyet lazımdır.
Bir insanın doğup büyüdüğü veya evlenip içinde yaşamak istediği
veya içinde barınmayı kasdedip başka bir yere yerleşmek için
gitmek istemediği yer, onun "asıl vatanı"dır!. Bir
kimsenin böyle doğduğu, evlendiği, içinde yerleşmeye karar verdiği
yer olmayıp yalnız içinde en az onbeş gün kalmak istediği yer
de, onun için bir "İkamet Vatanı"dır. Yeter ki o yer,
böyle oturmaya uygun olsun.
Bir misafir için, onbeş günden az oturmak istediği yerde onun
"Sükna Vatanıdır". Buna itibar edilmez. Bununla vatan-ı
aslî de değişmez, vatan-ı ikamet de değişmez. Burada yolculuk
hükümleri uygulanır.
Asıl vatan, kendi misli ile bozulur, ikamet vatanı ile bozulmaz.
Şöyle ki: Bir kimse içinde doğup büyüdüğü veya evlendiği yeri
terk edip başka bir beldeye yerleşse, artık önceki vatanı, asıl
olmaktan çıkar. Sonradan orada olsa, onbeş gün oturmaya niyet
etmedikçe, farz namazlarını dörder rekat kılması gerekmez. Fakat
asıl vatanından geçici olarak çıkıp başka bir yeri ikamet vatanı
edindikten sonra asıl vatanına dönse, niyete muhtaç olmaksızın
mukim olur, namazlarını tam olarak kılması gerekir.
İkamet vatanı, asıl vatanla ve diğer bir ikamet vatanı ile
ve sırf yola çıkmakla bozulur, aralarında sefer mesafesi bulunması
şart değildir. Örnek: Bir kimse yolculuğu sırasında bir beldede
bir ay kalmaya niyet edip bu kadar durduktan sonra tekrar yola
çıksa veya diğer bir beldeye gidip orada en az onbeş gün oturmaya
niyet etse, artık evvelki belde ikamet vatanı olmaktan çıkmış
olur. Oraya tekrar dönmekle mukim olmaz. Orada mukim olabilmesi
için tekrar en az on beş gün oturmaya niyet etmesi gerekir.
Fakat ikamet vatanından ikamet müddeti içinde geçici bir iş
için sefer müddetinden az bir kaç saatlik yola gidip dönmekle
ikamet vatanı bozulmaz.
Vatanından çıkıp en az üç günlük uzaklıkta olan bir köye gitmek
isteyen kimse, daha oraya gitmeden yolda bir beldede onbeş gün
oturmaya niyet etse, bir görüşe göre burası bir ikamet vatanı
olur. Diğer bir görüşe göre ise, olmaz.
Vatanından sefer niyeti ile ayrılıp henüz üç günlük bir mesafe
almadan vatanına dönmek isteğinde bulunan bir yolcu, dönüp daha
vatanına gitmeden önce, geriye dönüşü ile namazlarını tam olarak
kılmaya başlar. Çünkü böyle bir yolculuğu bozmakla yolculuk
bırakılmış olur.
Bir misafir, içinde oturmak istemediği bir beldede evlenecek
olsa, bir görüşe göre mukim sayılır, diğer bir görüşe göre mukim
sayılmaz. Tercih edilen görüş de budur.
İki beldede birer zevcesi olan kimse, bunlardan herhangisinin
yanına giderse mukim sayılır. Fakat bunlardan biri vefat eder
de, bulunduğu beldede kendisine ev, bağ ve bahçe gibi şeyler
kalacak olsa, oraya gitmekle mukim sayılmaz. Fakat diğer bir
görüşe göre, orası yine onun vatanı sayılacağından mukim olmuş
olur.
(Malikilere göre, bir yolcu gittiği yerde tam dört gün oturmaya
niyet edip kendisine yirmi vakit namaz farz olacak bir durum
olsa, mukim sayılır. Namazlarını kısaltamaz. Bu müddete, o yere
fecrin doğuşundan sonra girdiği gün ile oradan çıkacağı gün
dahil değildir.
İmam Şafiî'ye göre, bir yerde, girip çıkma günlerinden başka,
tam dört gün oturmaya niyet edilmesi, ikamet sayılır, namazlar
orada kasredilmez (kısaltılmaz).
Hanbelilere göre de, bir yerde, oturmaya elverişli olmasa dahi,
oturmaya niyet eden veya yirmi namazdan fazla farz bulunacak
bir zaman durmaya niyet eden kimse mukim sayılır; namazlarını
kısaltamaz.)
Kaynak: Büyük İslam ilmihali. Ömer Nasuhi
BİLMEN.
SEFERİLİK
Yolculuk, yolculuğa çıkma; sefer mesafesine
yolculuk yapma. Bir fıkıh terimi olarak yolculuk, belirli bir
mesafeye gitmektir. Bu mesafe ise orta yürüyüşle üç günlük,
yani on sekiz saatlik bir uzaklıktan ibarettir. Buna üç merhalelik
mesafe de denir.
Orta yürüyüş, yaya yürüyüşü ve kafile
içindeki deve yürüyüşüdür. Denizlerde ise yelkenli gemilerin
mutedil havadaki üç günlük yolculuğudur.
İşte karalarda böyle bir yürüyüş ile
denizlerde ise mutedil bir havada yelkenli bir gemi ile on sekiz saat sürecek
bir mesafe "sefer süresi" sayılır. Bu yolun
yalnız gidilecek mesafesi esas alınır; yoksa gidiş dönüş
mesafesine bakılmaz. Yolculuk yapan kimse süratli bir araçla
yolculuk yaparak bu mesafeyi günümüzde yeni çıkan
ulaşım vasıtalarında olduğu gibi daha kısa
bir sürede katederse bile yine yolcu sayılır ve
namazlarını kısa kılar. Yolculukta üç günün esas
alınmasında üç günlük mesh süresine kıyas
yapılmıştır. Rasûlullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur:
"Mukim kimse tam bir gün bir gece, yolcu ise üç gün üç gece
mesh eder" (Zeylaî, Nasbu'r Râye, II, 183).
Vatanında veya o hükümdeki bir yerde oturan
kimseye "mukim", buradan çıkıp en az on sekiz saatlik
mesafeye gitmeye başlamış olan kimseye de "misafir"
(yolcu) denir.
Yolculuk hali genel olarak güçlük ve sıkıntılardan
uzak değildir. Bu yüzden İslâm dini yolcular hakkında
bazı kolaylıklar getirmiştir. Yolculukta gece gündüz aralıksız
yolculuğa devam edilemez, istirahata da ihtiyaç vardır. Bu yüzden
günlük yolculuk süresi altı saat olarak belirlenmiştir.
Saatte 5 km. yol katedilmesi esas alınınca, seferilik mesafesi
90 km. olmuş bulunur. Bazı yolculukların rahat,
meşakkatsiz ve çok kısa sürede yapılabilmesi, sonucu
değiştirmez. Çünkü hüküm ferde göre değil, cinse göre
meydana geleceğinden, bütün yolculuk hallerini kapsamına
alır. Diğer yandan Hanefîlere göre, yolculukta getirilen
kolaylıkların illeti, mücerret seferiliktir. Güçlük ve sıkıntı
bunun hikmetidir.
Hanefîler dışındaki çoğunluğa
göre, namazların kısaltılmasını mubah kılan
uzun yolculuk, zaman bakımından ortalama iki günlük yolculuk
veya ağır yükle ve yaya olarak iki konaklık mesafedir.
Bazı fakihlere göre sefer süresi, on sekiz
fersahlık bir mesafedir. Bir fersah üç mil; bir mil de 1849
metredir.
Bir fersah on iki bin adım; bir mil de dört bin
adım sayılmaktadır. Bununla birlikte fersahlar düz yerler
ile dağlık ve derelik yerlere göre değişir. Meselâ;
düz bir yerde bir fersah bir saatte alınabildiği halde;
dağlık bir yerde böyle bir mesafe 1 saatte alınamaz. Bu yüzden
bu konuda fersah bir ölçü sayılmamalıdır. Ancak fersaha
itibar edilince bir çok meselelerin çözümü kolaylaşmaktadır.
Meselâ; tren veya uçakla yapılacak yolculuklarda
yolun kaç fersah olduğu dikkate alınır. En âz on sekiz
fersahlık bir mesafe katedilmiş olunca, sefer süresi gerçekleşmiş
ve sefer hükmü cereyan etmeye başlamış olur; artık
kara veya deniz aracının hızlı seyreden bir araç
olmasına itibar edilmez.
Diğer yandan Hanefiler dışındaki
üç imam da fersah ölçüsünü esas almıştır. İmam
Malik ve Ahmed b. Hanbel'e göre sefer süresi 16 fersah yani 48 mildir.
Bir mil ise altı bin el arşınıdır. İmam
Şafiî'nin yeni görüşüne göre de 48 mildir. Eski görüşüne
göre bir gün bir gecedir.
Gidilecek yerin hem denizden hem de karadan yolu
bulunsa, yolcunun gideceği yola itibar edilir. Bu yüzden, bir
beldeye meselâ deniz yoluyla on iki saatte; kara yoluyla da on sekiz
saatte gidilecek olsa, karadan gidenler yolcu sayılır; denizden
gidenler sayılmaz. Bir yerin karadan iki yolu bulunduğu takdirde
de hüküm böyledir, yalnız sefer mesafesinde bulunan yoldan
gidenler misafir olmuş bulunurlar.
Yolculuk, vatan edinilen beldenin veya köyün yola çıkıldığı
tarafındaki evlerinden ayrıldıktan ve en az üç günlük
bir yere gidilmeye niyet edildikten itibaren başlar. Bu yüzden
şehir kenarlarındaki yerleşim alanları şehirle bütünleşmiş
olan köyler veya köyden yola çıkanlar için "finayı
mısır" denilen harmanlık, mezarlık ve
ağıl gibi eklentiler geçilmedikçe yolculuk başlamış
olmaz.
Şehir veya köyün yerleşim alanı
dışında kalan fabrikalar, organize sanayi
kuruluşları, toptancı halleri, bağlar, bahçeler,
hayvan ve tavuk çiftliği gibi alanlar şehirden sayılmaz.
Seferîliğin Hükümleri
Yolcular için bir takım kolaylıklar,
ruhsatlar getirilmiştir. Ramazanda yolculukta bulunan için orucu
geri bırakmak mübahtır. Yolcunun mesh süresi üç gün üç
gecedir. Yolcu dört rekatlı farz namazlarını ikişer
rekat olarak kılar. Buna "kasrı salat" denir.
Yolculukta dört rekatlı namazların
kısaltılarak kılınması Kur'an, Sünnet ve icma
ile câizdir.
Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Eğer kâfirlerin
size fitne vermesinden korkarsanız, yeryüzünde sefere çıktığınız
zaman namazları kısaltarak kılmanızda bir sakınca
yoktur" (en-Nisa, 4/101). Bu âyette kısaltmanın korku
şartına bağlanması o günkü olayı tespit etmek içindir.
Çünkü Rasûlüllah (s.a.s)'in çoğu yolculukları korkudan
uzak değildi. Ashab-ı Kiram'dan Ya'la b. Ümeyye (r.a) Hz.
Ömer'e şöyle demiştir: Biz neden namazları
kısaltarak kılıyoruz? Halbuki güven içindeyiz. Hz. Ömer
de buna cevap olmak üzere şöyle buyurdu: Ben de aynı durumu
Hz.. Peygamber'e sormuştum; şöyle buyurmuştu: "Bu,
Allah'ın size verdiği bir bağıştır,
Allahın sadakasını kabul edin” (Müslim, Misafir, 4;
Tirmizi, Tahare, 4, 20; Nesâi, Taksir, I).
Hz. Peygamber'in umre, hac veya savaş için yaptığı
yolculuklarında namazları kısaltarak
kıldığı ile ilgili haberler tevatür derecesindedir.
Abdullah ibn Ömer (r.a) şöyle demiştir:
"Hz. Peygamber (s.a.s)'e yolda
arkadaşlık ettim. O, yolculuklarında iki rekattan fazla
kılmazdı. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman da böyle
yaparlardı" (İbn Mâce, İkâme, 75). Hz. Ömer'in
şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Yolcunun
namazı, Nebinizin lisanı üzere kısaltılmaksızın
tam iki rekattır" (Buhârî, Taksîr, 11; Küsûf, 4; İbn Mâce,
İkâme, 73, 124).
Yolcunun dört rekatlı farz namazları
kısaltması zorunlu mudur; yoksa kısaltmakla tam kılmak
arasında serbest midir?
Hanefîlere göre, yolcunun namazları
kısaltarak kılması vacib ve aynı zamanda azimettir.
Yolcunun bilerek iki rekattan fazla kılması mekruhtur. Bununla
birlikte iki rekat kılıp da teşehhütte bulunduktan sonra
iki rekat daha kılacak olsa farzı eda etmiş, son iki rekât
da nafile olmuş olur. Ancak selâmı tehir etmiş
olmasından ötürü kötü bir iş yapmış
sayılır. Fakat birinci teşehhüdü terketse veya ilk iki
rekatta kıraatta bulunmamış olsa farzı eda etmiş
olmaz. Nitekim sabah ve cuma namazlarında da hüküm böyledir. Hz.
Aişe (r.anha)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Namaz ikişer rekat olarak farz kılındı, sonra
hazarda ziyade olundu, seferde ise olduğu gibi
bırakıldı (Buhari, Salat,1; Müslim, Misafirin,1; Ebû
Davud, II, 3). ibn Abbas (r.a)'ın şöyle dediği
nakledilmiştir: "Allah Teâla namazı, Peygamberimizin dili
ile hazarda dört rekat, seferde iki rekat olarak farz kılmıştır"
(Müslim, Müsâfirîn, 5, 6; Ebû Davud Sefer, 18; Nesâî, Havf 4;
İbn Mace İkame, 75).
Malikilere göre, seferde namazı kısaltarak
kılmak müekked sünnet, Şafiî ve Hanbelilere göre ise
yolculukta namazları kısaltarak kılmak, muhayyer olmak
üzere ruhsattır. Seferî kişi namazlarını
kısaltarak da, tam olarak da kılabilir. Ancak Hanbelîlere göre
kısaltmak mutlak olarak tam kılmaktan daha faziletlidir.
Çünkü, Hz. Peygamber ile dört halife bu şekilde yapmaya devam
etmişlerdir.
Yolculuk ister ibadet için, ister mübah veya masiyet
bulunan bir amaçla olsun, her türlü yolculuk sırasında
namazları kısaltmak caizdir. Meselâ; yol kesmek, meşrû
olmayan bir eğlenti yapmak veya başka bir haram işlemek için
yolculuk yapan kimse de ruhsatlarından yararlanır. Zira bu
konudaki nasslar bunun ifadesidir; "Yeryüzünde yürüdüğünüz
zaman sizin için namazları kısaltmanızda bir sakınca
yoktur" (en-Nîsa, 4/104) âyetinde yolculuğun meşrû veya
gayri meşrû olması arasında bir ayırım
yapılmamıştır (İbnül-Hümâm, a.g.e., I, 405
vd.; İbn Abidin, Reddül-Muhtar, I, 733, 736).
Hanefiler dışındaki çoğunluk müctehidlere
göre ise; yol kesmek, şarap ve haram şeylerin ticaretini yapmak
gibi Allah'a isyanın söz konusu olduğu yolculuklarda, sefere
mahsus olan namazların kısaltılması,
birleştirilmesi oruçlunun iftar etmesi, mestler üzerine üç gün
mesh etmek, binek üzerinde nafile namaz kılmak gibi ruhsatlar mübah
olmaz. Çünkü, bu gibi kimseler Allah'a isyan için yolculuk yapmış
sayılır. Bu konudaki kaide şudur:
"Ruhsatlar masiyet ve kötülük işlemeye
dayanak yapılamaz". Yine Allah Teâlâ darda kalana ölü hayvan
etini yemeyi "haddi aşmama ve Allah'a isyanda bulunmama"
şartına bağlamıştır (el-Bakara, 2/173). Bu
durumda ruhsatlar günah ve kötülük işlemeye dayanak
yapılamaz (İbn Kudame, el-Muğnî, Kahire 1970, II, 261;
Zühaylî, II, 323 vd.; İbn Rüşd Bidâyetül-Müctehid, I,
163).
Seferi kimse bir beldede on beş gün ve daha fazla
kalmaya niyet edince mukîm olur ve artık namazlarını tam
kılar. Eğer on beş günden az kalmaya niyet ederse
seferîliği devam eder. Bu konuda dayanılan delil,
kadınların temizlik süresine kıyastır. Temizlik süresi,
hayız sebebiyle kadının üzerinden düşen namaz ve
orucun edasına dönmeyi gerektirir. İkamet yerinde bulunmak da
sefer sebebiyle kişinin üzerinden düşen bazı vecibelerin
yapılmasına geri dönmeyi gerektirir. Bu yüzden temizlik
süresinin on beş gün ile sınırlanması gibi, en az ikâmet
süresinde on beş gün olarak takdir edilmesi gerekir. Bu görüş
İbn Abbas ve İbn Ömer (r.a)'dan nakledilen şu söze dayanır:
Seferî olduğun halde bir beldeye girer ve bu beldede on beş gün
kalmaya niyet edersen namazını tam kıl. Eğer buradan
ne zaman sefere çıkacağını bilmezsen
namazlarını kısaltarak kıl" (ez-Zühayli, el-Fıkhul-İslâmî
ve Edilletüh, Dimaşk 1405/1985, II, 323).
Bir yolcu, bir beldede belirli bir ihtiyacını
görmek için beklerse, bekleme işi yıllarca sürse bile
namazlarını kısaltarak kılar. On beş günden
fazla kalmaya, niyet etmediği için seferîlik hali devam eder.
Nitekim İbn Ömer (r.a) Azerbaycan'da altı ay kalmış
ve namazlarını bu şekilde kısaltarak
kılmıştır. Bir kısım sahabenin de böyle
yaptığı rivayet edilmiştir.
Ordu bir beldeye girse, askerler burada on beş günden
daha fazla kalmaya niyet etseler bile namazlarını
kısaltarak kılarlar. Çünkü orada kalmak veya yenilip
çekilmek ihtimali bulunduğu için süre ile ilgili niyet geçerli değildir.
Şâfiî ve Malikilere göre, yolcu bir yerde dört
gün kalmaya niyet ederse namazlarını tam kılar. Çünkü
sünnette, dört günden az ikâmetin, seferin hükmünü kesmeyeceği
açıklanmıştır. Rasülullah (s.a.s) şöyle
buyurmuştur:
"Muhacir hacdaki ibadetlerini yaptıktan sonra
üç gün ikâmet eder. " Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s), umre yaptığı
zaman Mekke'de üç gün süreyle kaldığı halde
namazlarını kısaltarak kılıyordu"
(eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, III, 207 vd.).
Hanbelîlere göre yolcu, dört günden fazla veya
yirmi vakitten fazla kalmaya niyet ederse namazlarını tam
kılar. Bundan az olursa kısaltarak kılar.
Yolculuk ve ikâmet hallerinde, tabi olanın
değil, tabi olunanın niyeti geçerlidir. Bu yüzden asker,
komutanının; işçi işvereninin; öğrenci
hocasının; kadın kocasının niyetine göre mukim
veya yolcu olmuş olur.
Yolculuk konusunda henüz erginlik çağına
girmemiş olan çocuk hakkında da sefer hükümleri cereyan
etmez. Şâfiîlere göre ise, mümeyyiz çocuğun yolculuğa
niyeti geçerli olup, namazını kısaltarak kılabilir.
Yolculukta bulunan kimse tabi olduğu kimsenin
nereye gideceğini ve niyetini bilmediği ve sorusuna da cevap
alamadığı takdirde üç günlük mesafeye kadar namazlarını
tam kılar, ondan sonra kısaltmaya başlar.
İslâm devlet başkanı, sefere niyet
etmeksizin ülkesi içinde bir süre dolaşacak olsa,
namazlarını tam kılar; fakat, sefer süresi dolaşmaya
niyet ederse, namazlarını kısaltır. Doğru olan
budur.
Mukîmin kazaya kalan namazları, yolculuğa çıkmasıyla
ve yolcunun kazaya kalan namazları da ikamete niyet etmesiyle
değişmez. Bu yüzden seferde iken kazaya kalan namazları
ikişer rekat olarak kılar. Bir yolcu da ikâmet zamanında
kazaya kalmış namazlarını dörder rekat olarak kılar.
Mukîm, müsafire; müsafir de mukîme uyabilir. Burada
müsafir iki rekatın sonunda selâm verince, mukîm kalkar -sağlam
görüşe göre- kıraatta bulunmaksızın
namazını tamamlar; yanılırsa secde de etmez. Çünkü,
bu mukîm bir lâhik mesabesindedir (bk. "lahik" mad.).
İmam olan müsafirin namazdan önce "Ben seferîyim, siz
namazlarınızı tamamlayın" demesi müstehaptır.
Yolcu ise ancak vakit içinde mukîme uyabilir. Bu
durumda dört rekatlı bir farz namazını mukîm gibi tam
olarak kılar. İmama vakit içinde uymakla farz namazı iki
rekattan dört rekata dönüşmüş olur. "İbn Abbas
"Seferî'nin durumuna ne dersiniz? Yalnız başına
kılınca iki rekat, mukîm olarak dört rekat kılıyor"
sorusuna; "Bunu yapmak sünnettir" cevabını
vermiştir" (ez-Zühayli, a.g.e., II, 335).
Nâfi' şöyle demiştir: "İbn Ömer
seferî olduğu zaman imamla birlikte kılınca dört rekat kılar;
yalnız başına kıldığı zaman ise iki
rekat kılardı" (ez-Zühayli, a.g.e., II, 335).
Bir kimse müsafir iken kazaya kalan dört rekatlı
bir namazında mukîm imama uyamaz. Çünkü bu namaz daha önceden
iki rekat olarak meydana gelmiştir.
Yolculuk veya yağmur, kar gibi bir mazeretle iki
namazı bir vakitte kılmak caiz değildir. Yalnız
Arafat'ta öğle ile ikindi, Müzdelife'de akşam ile yatsı
namazlarını birleştirip cemaatle kılmak caiz görülmüştür
(bk. "Namazın Vakitleri").
Hanefîler dışında üç mezhep imamına
göre bir mazeret bulununca öğle ve ikindi veya akşam ile
yatsı namazlarını takdim veya tehir şekliyle bir
vakitte birleştirmek caizdir. Meselâ; öğle namazı ile
ikindi namazı öğle vaktinde kılınabileceği gibi,
ikindi vaktinde akşam ile yatsı birleştirilerek iki
vakitten birinde yani takdim veya te'hirle kılınabilir. Hanefîlerin
dışında kalan alimler takdim ve te'hir'in caiz olduğu
kanaatindedirler.
Mukîm iken kazaya kalan namazlar, yolculuğa çıkmakla
veya yolcu iken kazaya kalan namazlar mukîm olmakla değişikliğe
uğramaz. Bu yüzden yolculukta kazaya kalan dört rekatlı
namazlar, ister yolculuk sırasında isterse mukîm iken kaza
edilsin, kısaltılarak kılınır. Mukîm iken kazaya
kalan namazlar da yolculuk halinde kaza edilecekse tam olarak kılınır.
Yolculuğun Sona Ermesi:
Aslî vatana dönüp gelmekle yolculuk hali sona erer.
Burada oturmaya niyet edilip edilmemesi sonucu değiştirmez.
İkâmet vatanına dönüşte ise, oturmaya niyet gereklidir.
Vatan üçe ayrılır.
1. Aslî vatan: Bir kimsenin doğup büyüdüğü
veya evlenip içinde yaşamak istediği veya içinde barınmayı
kasd edip, başka yeri vatan edinmek istemediği yere "aslî
vatan" denir.
2. İkâmet vatanı: Bir kimsenin doğup büyüdüğü,
evlenip içinde sürekli yerleşmeye karar verdiği bir yer
niteliğinde olmaksızın, yalnız içinde on beş günden
fazla kalmak üzere yerleştiği yere de "ikâmet vatanı
(vatan-ı ikâmet)" denir. Askerlik, öğrencilik, işçilik
veya memurluk gibi hizmetler sebebiyle sürekli bir şekilde
yerleşilmeyen beldeler on beş günden fazla kalmaya niyet
edilmesi yüzünden "ikâmet vatanı" niteliğindedir.
3. Süknâ vatanı: Bir yolcunun, içinde on beş
günden az oturmak istediği yer de kendisinin bir vatan-ı süknâsı
olur. Bu sonuncuya itibar edilmez. Bununla ne aslî vatan ve ne de ikâmet
vatanı değişmez. Böyle bir yolcu, hem yolculuk sırasında
hem de on beş günden az kaldığı bu süre içinde
"seferî" sayılır; Aslî veya ikâmet vatanlarına
olan yolculukta ise yalnız yolculuk sırasında seferî
hükümleri uygulanır. Bu vatanlara ulaşan kimse, orada
"mukîm" sayılır.
Seferîlik konusunda bu vatanlar kendi misli ile veya
üstü ile bozulur, aşağısı ile bozulmaz. Bu yüzden
insanın asıl vatanı olan yer, diğer ikâmet ve süknâ
vatanları ile bozulmaz. Yani vatan-ı ikâmette bulunan kimse
vatan-ı aslîye dönmekle müsafir olmaz. İnsan doğup
yerleştiği veya karısının yerleştiği
yere varınca seferî olmaz. Sadece gideceği bu yer 90 km.'den
uzakta olursa yolculuk sırasında seferî olur, fakat oraya varınca
seferîliği kalkar.
Bir kimse yerleştiği yerden, yine sürekli
olarak yerleşmek amacıyla başka bir yere giderse,
gittiği yer vatan-ı aslîsi olur; birinci vatanı
vatan-ı aslî olmaktan çıkar. Çünkü, Hz. Peygamber (s.a.s)
Mekke'ye gittiklerinde kendisini müsafir saymış ve "Biz
seferîyiz" buyurmuştur (eş-Şevkânî, a.g.e., III,
270).
Vatan-ı aslî, vatan-ı ikâmetle bozulmaz. Doğduğu
veya karısının bulunduğu yerden öğrencilik,
askerlik, işçilik gibi bir amaçla on beş günden az kalmak
üzere başka bir yere giden bir kimsenin önceki aslî vatanı
nitelik değiştirmez. Oraya dönünce üç gün bile kalacak olsa
seferî sayılmaz. Çünkü vatan-ı ikâmet, vatan-ı aslîyi
bozmaz.
Bir kimse bir şehirde otururken ailesini
nakletmeden başka bir şehirde de evlense, her iki şehir
kendisi için asıl vatan olur. Hangisine gitse mukîm sayılır.
Vatan-ı ikâmet ise, başka bir vatan-ı ikâmete gitmek veya
oradan ayrılıp yolculuğa çıkmak yahut aslî vatana
dönmekle bozulur. Yani vatan-ı ikâmetten ayrılan kimse,
yeniden buraya döndüğünde on beş günden az kalacaksa seferî
sayılır.
On beş günden az kalınacak yer olan
vatan-ı süknanın bir önemi yoktur. Kişi orada seferî sayılır.
Bu vatan, diğer vatan çeşitlerini değiştirmez.
Kişi onbeş günden kısa süren ve 90 km.'den uzağa
yaptığı tüm yolculuklarında, şehrin
yerleşim alanları dışına çıktığı
andan itibaren ve gittiği yerde seferî sayılır. Bu durum
geri dönünceye kadar devam eder.
Cemaatle namâzda mukîm müsafire uymuşsa, müsafir
iki rekat kılınca selâm verir, mukim selâm vermeyip namazı
dörde tamamlar. Namazı dörde tamâmlarken hiç bir şey okumaz;
çünkü namazın baş tarafını imamla
kılmış ve farz kıraat yerine gelmiştir (İbnül-Hümam,
I, 405; İbn Âbidîn, I, 733 vd.; Zeylaî, et-Tebyîn, I, 215).
Hamdi DÖNDÜREN
|
|
|