NAMAZIN
ÜSTÜNLÜKLERİ
İmâm-ı Rabbânî “rahmetullahi aleyh” (Mektûbât) kitâbının
birinci cild, ikiyüzaltmışbirinci mektûbunda buyuruyor ki:
Şurası
muhakkak olarak bilinmelidir ki, namaz, İslâmın beş şartından
ikincisidir. Bütün ibâdetleri kendisinde toplamıştır. İslâmın
beşte bir parçası ise de, bu toplayıcılığından dolayı, yalnız
başına müslümânlık demek olmuştur. İnsanı, Allahü teâlânın sevgisine
kavuşturacak işlerin birincisi olmuştur. Âlemlerin Efendisi ve
Peygamberlerin “aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vesselâm” en üstünü
olana mi’râc gecesi, Cennette nasîb olan rü’yet şerefi dünyaya
indikten sonra, dünyanın hâline uygun olarak, kendisine yalnız
namazda müyesser olmuştur. Bunun içindir ki: (Namaz mü’minlerin
mi’râcıdır) buyurulmuştur. Bir hadîs-i şerîfte, (İnsanın
Allahü teâlâya en yakın olması namazdadır) buyurulmuştur.
Onun yolunda, tam izinde giden büyüklere o rü’yet devletinden,
bu dünyada büyük pay, yalnız namazda olmaktadır. Evet, bu dünyada
Allahü teâlâyı görmek mümkün değildir. Dünya buna elverişli değildir.
Fakat, ona tâbi olan büyüklere, namaz kılarken rü’yetten birşeyler
nasîb olmaktadır. Namaz kılmağı emir buyurmasaydı, maksadın, gayenin
güzel yüzünden perdeyi kim kaldırırdı? Aşıklar ma’şûku nasıl bulurdu?
Namaz, üzüntülü rûhlara lezzet vericidir. Namaz, hastaların, rahat
vericisidir. Rûhun gıdâsı namazdır. Kalbin şifâsı namazdır. (Ey
Bilâl, beni ferahlandır!) diye ezan okumasını emr eden hadîs-i
şerîf, bunu göstermekte, (Namaz, kalbimin neş’esi, gözümün
bebeğidir) hadîs-i şerîfi, bu arzûyu işâret etmektedir. Namazın
hakikatını anlamış olan bir kâmil, namaza durunca, sanki bu dünyadan
çıkıp âhiret hayatına girer ve âhirete mahsûs olan ni’metlerden
bir şeylere kavuşur. Bu ni’met, yalnız bu ümmete mahsûstur. Peygamberlerine
tâbi olmak sâyesinde buna kavuşurlar. Çünkü bunların Peygamberi
“sallallahü aleyhi ve sellem”, Mi’râc gecesi dünyadan çıkıp, âhirete
gitti. Cennete girdi ve rü’yet saâdeti, ni’meti ile şereflendi.
Yâ Rabbî! Sen o büyük Peygambere “sallallahü aleyhi ve sellem”
bizim tarafımızdan Onun büyüklüğüne yakışan iyilikleri ihsân eyle!
Bütün Peygamberlere de, “alâ nebiyyîna ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”
hayırlar, iyilikler ver ki, onlar insanları seni tanımağa ve rızâna
kavuşmağa çağırmış ve beğendiğin yolu göstermişlerdir.
Namazların
hepsinde hâsıl olan lezzetten, nefse bir pay yoktur. İnsan bu
tadı duyarken, nefsi inlemekte, feryât etmektedir. Yâ Rabbî! Bu
ne büyük rütbedir! Bizim gibi, rûhları hasta olanların bu sözleri
duyması da büyük ni’met, hakîkî seâdettir.
İyi
biliniz ki, dünyâda namazın rütbesi, derecesi, âhirette Allahü
teâlâyı görmenin yüksekliği gibidir. Dünyâda insanın Allahü teâlâya
en yakın bulunduğu zaman, namaz kıldığı zamandır. Âhirette en
yakın olduğu da, rü’yet, ya’nî Allahü teâlâyı gördüğü zamandır.
Dünyadaki bütün ibâdetler insanı namaz kılabilecek bir hâle getirmek
içindir. Asıl maksat, namaz kılmaktır. Se’âdet-i ebediyyeye ve
sonsuz ni’metlere kavuşmak ancak namaz kılmakla elde edilir.
Namaz,
bütün ibâdetlerden ve orucdan kıymetlidir. Namaz vardır
ki, kırık kalbleri zevkle doldurur. Namaz vardır ki, günâhları
yok eder. İnsanı kötülükden korur. Hadîs-i şerîfde, (Namaz,
kalbimin neş’esi ve sevinç kaynağıdır) buyuruldu. Namaz,
üzüntülü ruhlara lezzet verir. Namaz, rûhun gıdasıdır.
Namaz, kalbin şifâsıdır.
Namaz
şartlarına uygun kılırsa kötülüklerden uzak tutar. Kur’ân-ı kerîmde,
Ankebût sûresi, kırkbeşinci âyetinde meâlen, (Kusursuz kılınan
bir namaz, insanı pis, çirkin işleri işlemekten korur) buyurulmaktadır.
Namaza
dururken, “Allahü Ekber” demek, (Allahü teâlânın, hiçbir
mahlûkun ibâdetine muhtâc olmadığını, her bakımdan hiçbir şeye
ihtiyâcı olmadığını, insanların namazlarının, ona faydası olmıyacağını)
bildirmektedir. Namaz içindeki tekbîrler ise, (Allahü teâlâya
karşı yakışır bir ibâdet yapmağa, liyakat ve gücümüz olmadığını)
gösterir. Rükû’daki tesbîhlerde de bu ma’na bulunduğu için, rükû’dan
sonra, tekbîr emr olunmadı. Halbuki secde tesbîhlerinden sonra
emr olundu. Çünkü secde tevâzu’ ve aşağılığın en ziyâdesi ve zillet
ve küçüklüğün son derecesi olduğundan, bunu yapınca, hakkıyla,
tam ibâdet etmiş sanılır. Bu düşünceden korunmak için, secdelerde
yatıp kalkarken, tekbîr söylemek sünnet olduğu gibi, secde tesbîhlerinde
“a’lâ” demek emr olundu. Namaz mü’minin mîracı olduğu için,
namazın sonunda Peygamber Efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem”
mi’râc gecesinde söylemekle şereflendiği kelimeleri, ya’nî Ettehıyyâtüyü
okumak emr olundu. O halde namaz kılan bir kimse, namazı kendine
mi’râc yapmalı. Allahü teâlâya yakınlığının nihâyetini namazda
aramalıdır.
Peygamberimiz
“aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” buyurdu ki, (İnsanın,
Rabbine en yakın olduğu zaman namaz kıldığı zamandır). Namaz
kılan bir kimse, Rabbi ile konuşmakta, Ona yalvarmakta ve Onun
büyüklüğünü ve Ondan başka herşeyin, hiç olduğunu görmektedir.
Bunun için, namazda korku, dehşet, ürkmek hâsıl olacağından, teselli
ve rahat bulması için, namazın sonunda, iki defa selâm vermesi
emr buyuruldu.
Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem” bir hadîs-i şerîfte, (Farz namazdan
sonra 33 tesbîh, 33 tahmîd, 33 tekbîr ve bir de tehlîl) emir
etmiştir. Bunun sebebi, namazdaki kusûrlar tesbîh ile örtülür.
Lâyık olan, tam ibâdet yapılamadığı bildirilir. “Tahmîd”
ile, namaz kılmakla şereflenmenin, Onun yardımı ve erişdirmesi
ile olduğu bilinerek, bu büyük ni’mete şükür edilir, hamd edilir.
“Tekbîr” ederek de, Ondan başka ibâdete lâyık kimse olmadığı
bildirilir.
Namaz,
şartlarına ve edeblerine uygun olarak kılınıp ve yapılan kusûrlar
da böylece örtülüp, namazı nasîb ettiğine de şükür edip, ibâdete
başka hiç kimsenin hakkı olmadığı, kalbinden temiz ve hâlis olarak,
kelime-i tevhîd ile, bildirilince, bu namaz kabûl olunabilir.
Bu kimse, namaz kılanlardan ve kurtuluculardan olur. Yâ Rabbî!
Peygamberlerinin en üstünü hürmeti için “aleyhi ve alâ âlihimüssalevâtü
vetteslîmât” bizleri namaz kılan ve kurtulan, mes’ûd kullarından
eyle! Âmîn.
Namazın
hikmetleri
Müslüman,
namazı Allahü teâlânın emri olduğu için kılar. Rabbimizin emrlerinde
birçok hikmet, fayda vardır. Yasaklarında da birçok zararların
olduğu muhakkaktır. Bu fayda ve zararların bir kısmı bugün tıp
mütehassıslarınca tesbit edilmiş durumdadır. İslâmiyyetin sağlığa
verdiği önemi, hiçbir din ve düşünce vermemiştir. Dînimiz, ibâdetlerin
en üstünü olan namazı, ömrümüzün sonuna kadar kılmayı emr etmiştir.
Namaz kılan, sağlık için olan faydalarına da elbette kavuşur.
Namazın sağlık yönünden sağladığı faydalardan bazıları şunlardır:
1-
Namazda yapılan hareketler yavaş olduğundan kalbi yormaz ve günün
muhtelif saatlerinde olduğu için insanı devamlı dinç tutar.
2-
Günde başını seksen defa yere koyan bir kimsenin beynine ritmik
olarak fazla kan ulaşır. Bu yüzden beyin hücreleri iyice beslendiğinden
hâfıza ve şahsiyet bozukluklarına, namaz kılanlarda çok daha az
rastlanır. Bu insanlar daha sağlıklı bir ömür geçirirler. Bugün
tıpta “demans senil” denilen bunama hastalığına uğramazlar.
3-
Namaz kılanların gözleri, muntazam olarak eğilip-doğrulmakdan
ötürü daha kuvvetli kan deveranına mâlik olur. Bu sebeple göz
içi tansiyonunda artma olmaz ve gözün ön kısmındaki sıvının devamlı
değişmesi temin edilmiş olur. Gözü “katarakt” veya “karasu” hastalığından
korur.
4-
Namaz kılmakdaki izometrik hareketler, midedeki gıdaların iyi
karışmasına, safranın kolay akmasına ve dolayısıyla safra kesesinde
birikinti yapmamasına, pankreastaki enzimlerin kolay boşalmasına
yardımcı olacağı gibi, kabızlığın giderilmesinde de rolü büyüktür.
Böbreğin ve idrar yollarının iyice çalkalanmasından, böbrekte
taş teşekkülünün önlenmesine ve mesanenin boşalmasına da yardımcı
olmaktadır.
5-
Beş vakit kılınan namazdaki ritmik hareketler, günlük hayatta
çalıştırılamıyan adale ve eklemleri çalıştırarak, artroz ve kireçlenme
gibi eklem hastalıklarını ve adale tutulmalarını önler.
6-
Vücut sağlığı için temizlik muhakkak lâzımdır. Abdest ve gusül,
hem maddi, hem de manevî bir temizliktir. İşte namaz, temizliğin
tâ kendisidir. Zirâ hem bedenî, hem de rûhî temizlik olmadan namaz
olmaz. Abdest ve gusül bedenî temizliği sağlar. İbâdet görevini
yerine getiren bir kimse, rûhen dinlenmiş, temizlenmiş olur.
7-
Koruyucu hekimlikte, muayyen zamanlarda yapılan beden hareketleri
çok mühimdir. Namaz vakitleri, kan dolaşımını tazelemek ve teneffüsü
canlandırmak için en uygun vakitlerdir.
8-
Uykuyu tanzim eden önemli unsur namazdır. Hattâ vücûtta biriken
statik (durgun) elektriklenme, secde yapmakla topraklama yapılmış
olur. Böylece vücut tekrar zindeliğe kavuşur.
Namazın
bu faydalarına kavuşmak için, namazı vaktinde kılmakla birlikte,
temizliğe, çok yimemeğe ve yinilen gıdaların temiz, helâl olmasına
da dikkat edilmesi de lâzımdır.
Namazın
önemi
Âdem
aleyhisselâmdan beri, her dinde bir vakit namaz var idi. Yâni
her ümmet mutlaka namaz kılardı. Kimisi sabah, kimisi öğle, kimisi
akşam, kimisi yatsı namazı kılardı. Hepsinin kıldığı, bir araya
toplanarak bize farz edildi.
Namaz
kılmak, îmânın şartı değil ise de, namazın farz olduğuna inanmak,
îmânın şartıdır. Mükellef olan yâni âkıl ve bâlig olan her müslümanın,
hergün beş vakit namaz kılması "Farz-ı ayn"dır. Farz
olduğu, Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde, açıkça bildirilmiştir.
Yedi
yaşındaki çocuğa, namaz kılmasını emretmek, on yaşında kılmaz
ise, zorla kıldırmak lazımdır. Resûlullah efendimiz, Eshâbına:
-
Birinin evi önünde nehir olsa, hergün beş kere bu nehirde yıkansa,
üzerinde kir kalır mı? diye sordu. Eshâbı:
- Hayır,
yâ Resûlallah! dediler.
Bunun
üzerine Peygamber efendimiz:
-
İşte, beş vakit namazı kılanların da, böyle küçük günâhları affolunur,
buyurdu.
Namazla
ilgili diğer hadîs-i şerîflerden birkaçı da şöyle:
(Namaz
dinin direği, her hayrın anahtarıdır.)
(Kıyâmette
kulun ilk sorguya çekileceği ibâdet namazdır. Namaz düzgün ise,
diğer ameller kabûl edilir. Namaz düzgün değilse, hiçbir amel
kabûl edilmez.)
Ebû
Bekr-i Sıddîk hazretleri buyurdu ki:
"Beş
namaz vakitleri gelince, melekler der ki; Ey Âdemoğulları, kalkınız!
İnsanları yakmak için hâzırlanmış olan ateşi namaz kılarak söndürünüz."
Tembellikle
namaz kılmayıp fakat, her namaz vaktinde namaz kılmadığı için
üzülen, kâfir olmaz, ancak büyük günâh işlemiş olur. Hadîs imâmları,
söz birliği ile bildiriyor ki, "Bir namazı vaktinde amden
kılmıyan, yâni namaz vakti geçerken, namaz kılmadığı için üzülmeyen,
kâfir olur veya ölürken îmânsız gider." Yâ namazı, hâtırına
bile getirmiyenler, namazı vazîfe tanımıyanlar ne olur? Büyüklerden
biri şeytana dedi ki:
- Senin
gibi mel'ûn olmak istiyen, ne yapmalıdır? İblîs sevinip:
- Benim
gibi olmak istiyen, namaza ehemmiyyet vermez ve doğru, yalan,
herşeye yemîn eder, yâni çok yemîn eder! dedi. O kimse de:
-
Şeytan gibi mel'un olmak istemiyen hiçbir namazını bırakmamalı
ve herşeye yemîn de etmemelidir, dedi.
Din
büyüklerimiz buyurmuşlar ki:
Beş
şeyi yapmıyan, beş şeyden mahrûm olur:
1-
Malının zekâtını vermeyen, malının hayrını görmez.
2-
Uşrunu vermeyenin, tarlasında, kazancında bereket kalmaz.
3-
Sadaka vermeyenin, vücudunda sıhhat kalmaz.
4-
Duâ etmeyen, arzûsuna kavuşamaz.
5-
Namaz vakti gelince, kılmak istemeyen, son nefeste kelime-i şehâdet
getiremez.
Görülüyor
ki, farz namazı kılmamak, îmânsız gitmeğe sebep olmaktadır. Namaza
devam, kalbin nûrlanmasına ve saadet-i ebediyyeye yâni sonsuz
saadete kavuşmaya vesîledir. Peygamberimiz (Namaz nûrdur.)
buyurdu. Yâni, dünyada kalbi parlatır. Âhırette sırâtı aydınlatır.
Namaz,
kötülüklerden uzaklaştırır
Namaz
kılmak, Allahü teâlânın büyüklüğünü düşünerek, O'nun karşısında
kendi küçüklüğünü anlamaktır. Bunu anlayan kimse, hep iyilik yapar.
Hiç kötülük yapamaz. Şartlarına uygun olarak kılınan namaz insanı
kötülüklerden uzaklaştırır. Nefsine uyanın namazı sahîh olsa da,
bu meyveleri veremez. Hergün beş kere, Rabbinin huzûrunda olduğuna
niyet eden kimsenin kalbi ihlâs ile dolar.
Namazda
yapılması emrolunan her hareket, kalbe ve bedene faydalar sağlamaktadır.
Câmilerde cemâ'at ile namaz kılmak, müslümanların kalblerini birbirlerine
bağlar. Birbirlerinin kardeşleri olduklarını anlarlar.
İbâdetlerin
hepsini kendinde toplayan ve insanı Allahü teâlâya en çok yaklaştıran
yararlı şey, namazdır. Peygamberimiz, (Namaz dînin direğidir.
Namaz kılan kimse, dînini kuvvetlendirir. Namaz kılmayan, elbette
dînini yıkar.) buyurdu.
Namazı
doğru olarak kılmakla şereflenen bir kimse, çirkin, kötü şeyler
yapmaktan korunmuş olur.
Ankebût
sûresinin kırkbeşinci âyetinde meâlen, (Doğru kılınan namaz,
insanı fahşâdan ve münkerden her hâlükârda uzaklaştırır.) buyuruldu.
İnsanı
kötülüklerden uzaklaştırmayan bir namaz, doğru namaz değildir.
Görünüşte namazdır. Bununla beraber, doğrusunu yapıncaya kadar,
bildiği kadarını yapmayı elden bırakmamalıdır.
Büyüklerimiz,
(Birşeyin hepsi yapılamazsa, azını da elden kaçırmamalıdır.)
buyurdu.
Sonsuz
ihsân sâhibi olan Rabbimiz, görünüşü hakîkat olarak kabûl edebilir.
Böyle
bozuk namaz kılacağına, hiç kılma dememelidir. Bu sözü din düşmanları
çıkarmıştır. Böyle bozuk kılacağına doğru kıl demelidir. Bu inceliği
iyi anlamalıdır.
Namazları
cemâ'at ile ve huşû' ve hudû' ile kılmalıdır. Çünkü, insanı dünyada
ve âhırette felâketlerden, sıkıntılardan kurtaracak ancak namazdır.
Mü'minûn sûresinin başındaki âyet-i kerîmede meâlen, (Mü'minler
her hâlükârda kurtulacaktır. Onlar, namazlarını huşû' ile kılanlardır.)
buyuruldu.
Gençlerin
ibâdet etmeleri, namaz kılmaları daha kıymetlidir. Çünkü, nefislerinin
kötü isteklerini kırmakta ve ibâdet etmek istememesine karşı gelmektedirler.
Kur'ân-ı
kerîmin birçok yerinde namaz kılmak emredilmektedir. Ba'zı sinsi
din düşmanlarının, câhil müslümanlara, "Sana namazı bağışladım.
Artık kılma!" yahud "Allahın ve Peygamberin emrettiği
namaz, herkesin yaptığı, yatıp kalkmak ve belli şeyleri okumak
değildir. Allahın ismini zikretmek ve O'nun büyüklüğünü düşünmek
demektir." demelerine aldanmamalıdır.
Namaz
kılmak ölünceye kadar her müslümana farz-ı ayndır. Bu şekilde
inanmıyan dinden çıkmış olur. Namaz, ibâdetlerin en kıymetlisidir.
Namaz, İslâm dîninin direklerinden en önemlisidir. Allahü teâlâ,
kullarının yalnız kendisine ibâdet etmeleri için, namazı farz
etti. Nisâ sûresinin yüzüçüncü âyet-i kerimesinde meâlen; namazın
mü'minler üzerine, vakitleri belirli bir farz olduğu bildirilmektedir.
Hadîs-i
şerîfte buyuruldu ki:
(Namaz,
dînin direğidir. Namaz kılan dînini yapmış olur. Namaz kılmıyan
dînini yıkmış olur.)
Seher
vakti kılınan namaz
Namaz
kişinin sığınağı, sıkıntıda olanların, en büyük yardımcısıdır.
Çok önceleri, Horasan ilinin çok âdil, iyi kalbli bir vâlisi vardı.
Adı, Abdullah bin Tahir. Bu vâlinin jandarmaları birgün
bir kaç hırsız yakalamış, vâliye bildirmişlerdi... Getirilirken
hırsızlardan birisi kaçtı. Hâdisenin olduğu sırada Hiratlı bir
demirci de Nişabur'a gitmişti. Bir zaman sonra evine dönerken,
yolu Horasan'dan geçiyordu. Kaçan hırsız olduğunu zannederek,
yakaladılar bunu. Diğer hırsızlarla vâlinin huzûruna çıkardılar.
Vâli:
-
Hepsini hapsedin! dedi.
Bu
suçu olmayan demirci, hapishanede, seher vakti abdest alıp, iki
rek'at namaz kıldı. Ellerini uzatıp:
"Yâ
Rabbî! Bir suçum olmadığını ancak sen biliyorsun. Beni bu zindandan
ancak sen kurtarırsın!" diye duâ etti.
Bu
mazlûm demirci böyle yalvarırken, vâli evinde uyuyordu. Uyurken
dört kuvvetli kimsenin gelip, tahtını ters çevirecekleri zaman
uyandı uykudan. Bu rü'yâdan çok korktu. Hemen kalkıp, abdest aldı.
Namaz kıldı iki rek'at. Tevbe istiğfar edip, tekrar uyudu. Tekrar
o dört kimsenin tahtını yıkmak üzere olduğunu gördü ve uyandı.
Kendisinde bir mazlûmun âhı olduğunu anladı. Hırsızlar hatırına
geldi. Acaba içlerinde suçsuz olanlar mı vardı?
Vâli
hemen hapishane müdürünü çağırtıp sordu:
-
Acaba bu gece hapishanede suçsuz birisi kalmış mı?
- Bunu
bilemem efendim. Yalnız biri namaz kılıyor, çok duâ ediyor. Gözyaşları
döküyor.
-
Hemen o adamı buraya getir!
Demirciyi
vâlinin huzûruna getirdiler. Vâli hâlini sorup, durumu anladı.
Ve dedi ki:
- Sizden
özür diliyorum. Hakkını helâl et ve şu bin gümüş hediyemi kabûl
et. Ayrıca herhangi bir arzun olunca bana gel!
-
Ben hakkımı helâl ettim... Verdiğiniz hediyeyi de kabûl ettim.
Fakat, işimi dileğimi senden istemeğe gelemem.
- Niçin
gelemezsiniz?
-
Çünkü benim gibi bir fakir için senin gibi bir sultanın tahtını
birkaç defa tersine çeviren sahibimi bırakıp da, dileklerimi başkasına
söylemek kulluğa yakışır mı hiç? Namazlardan sonra ettiğim duâlarla
beni nice sıkıntılardan kurtardı. Nice muradıma kavuşturdu. Nasıl
olur da başkasına sığınırım?
Tabiî
ki, namazın insanı sıkıntıdan kurtarması için şartlarına uygun
ve Cenâb-ı Hakka tam bir tevekkül içinde kılınması şarttır. Allaha
tam bir teslimiyet şeklinde kılınmalıdır. Gerçekten, insan sıkıntıya
düştüğünde hemen abdest almalı, namaz kılmalı, Kur'ân-ı kerîm
okumalıdır. Tecrübeyle sabittir ki, böyle yapanların çok kere,
sıkıntılarının hafiflediği görülmüştür. Fakat, kılınan namazın
şartlarına uygun olması lâzımdır. Şartlarına tam uyulmadan kılınan
namaz, insanı namaz kılma borcundan kurtarır ise de, vadedilen
büyük sevaplara kavuşturmaz. Peygamber aleyhisselâm bir gün:
-
En büyük hırsız, namazından çalan kimsedir, buyurdu.
- Yâ
Resûlallah! Bir kimse kendi namazından nasıl çalar? diye sordular
eshâbdan. O zaman buyurdu ki:
-
Namazın rükü'unu ve secdelerini tamam yapmamakla. Rükü'da ve secdelerde,
belini yerine yerleştirip biraz durmayan kimsenin namazını Allahü
teâlâ kabûl etmez.
Namaz
kılmayanın hâli
Namaz
kılmamanın cezâsı çok büyüktür. Hadîs-i şerîfte, (Bir namazı,
özürsüz olarak vaktinden sonra kılan, seksen hukbe Cehennemde
yanacaktır) buyuruldu. Bir hukbe seksen senedir. Her senesi
üçyüzaltmış gündür. Her günü, seksen dünya senesidir.
Kazâya
kalan namazı kılacak kadar vakitlerin herbiri geçtikçe, bu bir
namazın günâhı kat kat artar. Ya birkaç namaz olursa, cezâsı çok
çetin olur. Her ne pahasına olursa olsun, kılmadığımız veya kılamadığımız
namazlarımızı bir ân önce, kazâ etmek ve affı için tevbe etmek,
çok yalvarmak lâzımdır. Namaz kılmayanın, Allahü teâlânın büyüklüğü
karşısında titremesi, erimesi lâzımdır.
Hadîs-i
şerîfte buyuruldu ki:
(Namazı
özürsüz kılmayan kimseye, Allahü teâlâ onbeş sıkıntı verir. Bunlardan
altısı dünyada, üçü ölüm zamanında, üçü kabirde, üçü kabirden
kalkarkendir. Dünyada olan altı azap:
1-
Namaz kılmayanın ömründe bereket olmaz.
2-
Allahü teâlânın sevdiği kimselerin güzelliği, sevimliliği kendine
kalmaz.
3-
Hiçbir iyiliğine sevap verilmez.
4-
Duâları kabûl olmaz.
5-
Onu kimse sevmez.
6-
Müslümanların birbirlerine yaptıkları iyi duâlarının buna fâidesi
olmaz.
Ölürken
çekeceği azaplar:
1-
Zelîl, kötü, çirkin can verir.
2-
Aç olarak ölür.
3-
Çok su içse de, susuzluk acısı ile ölür.
Mezarda
çekeceği acılar:
1-
Kabir onu sıkar. Kemikleri birbirine geçer.
2-
Kabri Cehennem ateşi ile doldurulur. Gece, gündüz onu yakar. Cehennem
ateşi dünya ateşine benzemez.
3-
Allahü teâlâ, kabrine çok büyük yılan gönderir. Dünya yılanlarına
benzemez. Hergün, her namaz vaktinde onu sokar. Bir an bırakmaz.
Kıyâmette
çekeceği azaplar:
1-
Cehenneme sürükleyen azap melekleri yanından ayrılmaz.
2-
Allahü teâlâ, onu kızgın olarak karşılar.
3-
Hesâbı çok çetin olup, Cehenneme atılır.)
Namaz
kılmayanın ömründe, bereket olmaz. Ömründe, hayır ve menfaat görmez.
Ömrü çeşitli hastalıklarla, sıkıntılarla geçer. Ma'nevî huzûru
olmaz. Sahip olduğu dünyalıklar onu rûhî sıkıntıdan kurtaramaz.
Namaz
kılmamakla işlediği bu büyük günâhı anlayan, bunun şuuruna geç
de olsa eren kimsenin derhal tevbe edip, namazlarını kazâ etmesi
lâzımdır.
Cenâb-ı
Hak kullarına karşı çok merhametlidir. Günâhları affetmeyi çok
sever. Tekrar tekrar, kâfirlerin ve müslümanların dünyada iken
yapacakları tevbeleri kabûl edeceğini bildirmiştir.
Namaz
kılmayanların tevbelerinin kabûl olması için de namazlarını kazâ
etmeleri, kazâ etmeye kesinlikle niyet edip, kazâ kılmaya başlamaları
lâzımdır. Bunun gibi, insanların haklarına tecâvüz etmiş olanların
da, önce bu hakları ödemeleri lâzımdır. Kul hakkı çok önemlidir.
Namazları
da cemâ'atle kılmalıdır. Cemâ'atten birinin namazı kabûl olursa,
onun hürmetine diğerlerinin de namazı kabûl olur. Ayrıca, kimin
Cenâb-ı Hakkın sevgili kulu olduğu bilinmez. Cemâ'atin içinde,
Allahü teâlânın sevgili bir kulu varsa, onun yüzü suyu hürmetine
diğerlerinin namazları kabûl olur.
Namaz
kötülüklerden korur
Namaz
insanları, çirkin, kötü ve yasak olan şeylerden men eder, korur.
Namazını dosdoğru edâ eden mü'minlerin felâh bulacakları âyet-i
kerîmede bildirilmiştir.
Evliyânın
büyüklerinden Fudayl bin Iyâd hazretleri, önceleri Merv
ve Ebyurd şehirleri arasında eşkıyâlık yapardı. Sahranın tenha
bir yerinde çadırını kurar, eşkıyâ reisi olduğu için kendisi içerde
otururdu.
Arkadaşları
yoldan geçen kervanları soyarlar, ele geçirdikleri malların hepsini
getirip, Fudayl bin Iyâd'a teslim ederlerdi. O da getirilen malları
arkadaşlarına taksim ederdi.
Hayret
edilecek bir husustur ki, eşkıyâlık yaptığı hâlde, namaza çok
önem verirdi. Kendisi namazını hiç terk etmediği gibi, namaz kılmıyan
hizmetçilerini de yanından kovardı.
Bir
gün büyük bir kervan geldi. Fudayl bin Iyâd'ın arkadaşları kervanı
farkedince yolunu kesmek üzere hazırlanmağa başladılar.
Kervan
içinde bulunan zengin birisi, eşkıyâları farketti ve "Altınlarımı
öyle bir yere saklıyayım ki, eşkıyâlar eşyalarımızı alırsa hiç
olmazsa geriye bunlar kalsın" düşüncesiyle kervandan
ayrılıp uygun bir yer aramaya başladı.
Bir
çadır gördü, hemen oraya koştu. Orada, birisinin, hem de ta'dil-i
erkân üzere, şartlarına uygun olarak, çok düzgün bir şekilde namaz
kıldığını gördü... Sevindi, kendi kendine: "Namaz kıldığına
göre güvenilir biridir. Altınları buna gönül rahatlığı ile emânet
bırakabilirim" diye söyledi. Selâm vermesini bekledi.
Sonra:
- Bir
miktar altınım var, size emânet etmek istiyorum, dedi.
Fudayl
bin Iyâd, çadırın bir köşesini işâret edip:
-
Oraya bırak! diye cevap verdi.
Gelen
kimse altınları bırakıp kervanın yanına dönünce, eşkıyâların,
kervandaki eşyâları alıp götürdüklerini gördü. Biraz sonra kervan
hareket edecekti. Hareketten önce koşup emânet bıraktığı altınları
almak için çadıra vardı. Baktı ki, biraz önce kervanı soyan eşkıyâlar
kervandan aldıkları malları, altınları, emânet olarak bıraktığı
kimsenin önüne koymuşlar. O da bunları taksim ediyor. Adam şaşırdı:
- Demek
altınları eşkıyâların reisine vermişim, deyip üzüntü ile geri
dönmek istedi. Bu arada Fudayl seslendi:
-
Niçin gelmiştin, niçin dönüp gidiyorsun?
- Emânet
bıraktığım altınları almak için gelmiştim. Fakat, yanlış iş yapmışım...
-
Altınlarını, bıraktığın yerden al, biz emânete hıyânet etmeyiz.
Adam
şaşkınlık ve sevinç içinde, altınları koyduğu yerden alıp kervana
koştu. Fudayl'ın adamları:
- Biz
hiç para bulamadık, sen ise bunları geri veriyorsun, dediler.
Fudayl
bin Iyâd dedi ki:
-
O bana hüsn-i zan etti. Altınları emânet etti. Ben o kimsenin,
benim hakkımdaki iyi niyetini doğru çıkardım. Ola ki, Allahü teâlâ
da benim kendisi hakkındaki hüsn-i zannımı doğru çıkarır.
Altınlarını
emânet olarak bıraktığı kimse, çadırdan uzaklaşırken, Ankebût
sûresinin "Elbette namaz insanı, çirkin ve dinin yasak
ettiği şeylerden alıkoyar" meâlindeki âyet-i kerîmesini
hatırladı. Sonra, Fudayl bin Iyâd'a, hidâyete kavuşması için hayır
duâ etti.
Az
zaman sonra da, Fudayl bin Iyâd'a tevbe etmek nasip oldu. Adamları
ile beraber tevbe etti. Aldığı malları fazlasıyla sahiplerine
geri verdi. Herkes ile helâllaştı. Samimi tevbesi onu, Allahın
sevgili kulları arasına soktu. Daha sonra birçok kerâmetleri görüldü.
|