77-MÜRSELAT:
1-2."And olsun
gönderilenlere". Buradaki "vav" yemin içindir. Bu yeminin cevabý "herhalde
size vaad olunun kesinlikle olacak" âyetidir.
Burada da
Saffât ve Zâriyat sûrelerinde olduðu gibi bir takým kuvvetlere yemin olunmuþtur.
Mürselât (gönderilenler), asýfat (büküp devirenler), naþirat (yayanlar), farikat
(ayýranlar) ve mülkýyat (býrakanlar). Burada kendilerine yemin edilenler bu
sýfatlarla nitelenen þeylerdir. Kendileri zikredilmeyerek sýfatlarý zikredildiði
için bunlarýn ne olduðunu tayinde ihtilaf edilmiþtir. Hepsinin ayný þey olmasý
veya kýsým kýsým farklý cinste þeyler olmasý ihtimali vardýr. Melekler, rüzgarlar,
Kur'ân âyetleri, peygamberlerin gönderiliþleri, insanlarýn kalplerine gelen
teþvik edici haller. Bunlardan en açýk olaný hepsinin ruhanî kuvvetler olmak
üzere melekler olmasý ve hepsinin Allah tarafýndan gönderilmiþ demek olan
"mürselat" ünvanýna dahil bulunmasýdýr. Ancak bunlar, yaptýklarý iþler göz
önüne alýnarak kýsýmlara, sýnýflara ayrýlabilir. Asýl maksat da bunlarýn kendilerini
anlatmak deðil, âlemdeki deðiþimleri ifade eden fiillerini anlatmaktýr. Baþýnda
"fâ" harfi ile zikredilenlerde fiileri arasýnda bir sýralama bulunduðuna,
"vav" ile zikredilende ise bir sýralama gerekli olmadýðýna dikkat çekilmektedir.
Mesela "büküp devirme", asýfat kelimesinin baþýnda "fâ" bulunduðu için "gönderilme"
den sonra yapýlan bir iþtir. Fakat "yayma" iþinin "büküp devirme" iþinden
sonra yapýlmýþ olmasý gerekmez. Yayma iþi, büküp devirme ile beraber de yapýlabilir,
ayrý da yapýlabilir. Ayný sýnýfýn iþi olabileceði gibi, ayrý bir sýnýfýn iþi
de olabilir. Fakat baþlarýnda "fâ" bulunduðu için ayýrmak yaymadan, öðüt býrakmak
da hepsinden sonra yapýlacak demek olur.ü
"Birbiri ardýnca."
Bu kelime hâl veya sebep bildiren bir mef'ul (tümleç)dür. Hâl olduðuna göre
mânâsý, at yelesi demek olan "urf" kelimesinden müsteâr olarak "peþpeþe,"
"ardarda" mânâsýna gelir. Ýhsan etmek veya tanýnmak mânâsýna gelen urf'ten
ise; urf için, yani "tanýnmasý gereken bir iyilik yapýlmak, dinin öngördüðü
iyi bir iþ meydana getirilmek için" demek olur. Bunda dilimizdeki "örfi idare=sýký
yönetim" deyimini andýran bir mânâ vardýr.
3-4. Yaymak,
daðýtmak mânâsýna, yahut nüþür, yani ölüleri diriltmek, harekete getirmek
mânâsýnadýr.
5. Zikir;
din kitabý, öðüt, yani vaaz ve nasihat, ibret, hatýrdan çýkarýlmayacak anýt
mânâlarýna geldiðine göre "zikir býrakanlar", herþeyden evvel peygamberlere
vahiy getiren melekler demek olursa da genellikle insanlara öðüt telkin eden,
ibret ve hatýra býrakan ilham meleklerini, olaylarý, kuvvetleri kapsayabilir.
ü
"Keþþaf"ta
bu beþ âyet "vav" harfi göz önüne alýnmak suretiyle iki kýsma ayrýlarak þöyle
mânâlandýrýlmýþtýr: Yüce Allah bir akým meleklerine yemin etmiþtir. Allah
bunlarla emirlerini göndermiþ, onlar da emri hemen yerine getirmek için rüzgarlar
gibi, yollarý üzerinde önlerine geleni süratle büküp devirerek geçmiþlerdir.
Yüce Allah baþka birtakým meleklerine de yemin etmiþtir ki, bunlar da vahyi
indirirken havada kanatlarýný açmýþlardýr, yahut yeryüzünde þeriatleri yaymýþlardýr,
yahut inkâr ve cehaletle ölü olan nefisleri diriltmek, can vermek için vahy
getirmiþler, hak ile batýlý ayýrmýþlar, peygamberlere zikir býrakmýþlardýr.
6-10. "Gerek
özür için, gerek uyarý için".
ÖZR, mazur
kýlmak, yani kabahati silmek mânâsýnadýr.
NÜZÜR de,
uyarmak, korkutmak, sakýndýrmak mânâsýna mastardýr. Bu iki kelime daha önce
geçen "zikir"den bedel veya mef'ûl (tümleç)dürler. Yani hakký kabul edenlere
özr için, batýlý kabul edenlere korkutmak için zikri býrakanlar demek olur.
Mazeret mânâsýna "azîr"in, veya korkutmak mânâsýna "nezir" 'in, yahut mazereti
kabul eden ve korkutan mânâlarýna "azir" ve "nezir" in çoðulu da olabilir
ki, üçüncüsünde hâl olurlar, yani durum bildirirler. Yine "Keþþâf"ta þöyle
denilmiþtir: Yahut yüce Allah azap rüzgarlarýna yemin etmiþtir. Onlarý göndermiþtir
de, bunlar büküp büküp devirmiþlerdir. Rahmet rüzgarlarýna da yemin etmiþtir.
Bunlar da ölü araziye hayat yaymýþlardýr da Allah'a þükredenlerle inkâr edip
nankörlük edenleri ayýrmýþlardýr. "Elbette kendilerine bol bir su verirdik
ki bu hususta onlarý imtihan edelim."(Cinn, 72/16, 17) gibi de bir zikir,
bir uyanma telkin etmiþlerdir. Ya Allah'ýn nimetini görüp þükretmek üzere
tevbe edip maðfiret dilemek suretiyle Allah'tan özür dileyeceklere özür için
veya bu nimeti tabiat veriyor deyip Allah'a þükürden gaflet edenleri korkutmak
için. Bu durumda zikre sebep olduklarýndan dolayý "mülkýyatý zikir" yani "zikir
býrakanlar, zikir telkin edenler" sayýlmýþlardýr demek olur.
Bundan baþka
bu mânâlar Kur'ân âyetleri veya peygamberlerin gönderiliþleri ve insan oðlunun
kalbine gelen düþünceler ve teþvik edici haller hakkýnda da düþünülmüþtür.
Bununla beraber
bu âyetlerde yalnýz sýfatlar zikredilmiþ olduðu için, bu sýfatlarý taþýyanlarýn
kimler olduðunu belirlemeye kalkýþmayarak ve bu açýklamalar birer misal gibi
sayýlarak, bu yalnýz devirmek, yaymak, ayýrmak, zikir telkin etmek denebilen
fiilleri yapmak üzere iyilik yapmak için veya ard arda gönderilen kuvvetler
diye anlamak en saðlýklý ve en kapsamlý mânâ olur ki bunun da "melekler" mânâsýna
geleceði açýktýr.
11-12. "Elçiler".
Bu elçilerin peygamberler olduðu açýktýr. Bu kelime asýl itibariyle "tevkît"
kökünden türetilmiþ olup aslý dir. Yani "peygamberlerin bekleye durduklarý
ve ümmetlerine karþý þehadet edecekleri vakit ve vaad edilen güne erdirildikleri
zaman, ki bu kýyamet günüdür."
13-14. Bütün
bunlar "hak ile batýlý ayýrma gününe, hüküm gününe" ertelenmiþtir.
15-20. "O
gün yalanlayanlarýn vay haline!". Bu âyet, bu sûrenin her bir bölümünün sonunde
tekrarlanan âyetidir. Bu tekrarda, gönderilenlerin sýra sýra, ard arda geliþ
manzaralarýna da bir iþaret vardýr.
VEYL, "leyl"
vezninde, aslýnda kötülüðün inmesi mânâsýna olup bazan bir belanýn ortaya
çýkmasý zamanýnda dehþet ve kötülüðü ifade etmek için dilimizdeki "vay, yazýk"
kelimeleri gibi kaygýlý olma ve dehþete düþme makamýnda kullanýlýr. Bu mânâca,
"vay haline!" yahut "yazýk, yazýk" demek gibi olur ki, biz bunlarý acýma mânâsýnda
da esef etme mânâsýnda da kullanýrýz. Bir de veyl, uçuruma yuvarlanmak gibi
kötü bir durum, helak olma ve zarar etme mânâsýna azab kelimesi, çok üzüntü
duyma veya beddua olarak kullanýlýr. "Veyl ona", helak oldu, veya helak olsun"
demektir.
Veyl, cehennemde
bir vadinin veya kapýnýn da ismidir. Veyl deresi, veyl kapýsý gibi.
Bu âyette
o günkü korkunç durumun þiddetini açýklayarak korkutma ifade ettiði için biz
bunu meâlde, "vay haline!" diye terceme etmekle yetindik. "Veyl, o gün o yalanlayanlara"
denilse lâfýz itibariyle daha uygun olursa da dilimiz itibariyle "vay haline!"
demek kolay geldi. Oysa maksat, o feci durumun þiddetini anlatmaktýr.
"Mükezzibin"
kelimesinin her âyette tekrarlanmadan önce geçen konunun ifade ettiði mânâya
göre düþünülmesi gerekir. Mesela birinci geçtiði yerde hüküm gününü, ikincide
suçlulara yapýlacak azabý, üçüncüde Allah'ýn ilmini ve gücünü, dördüncüde
insanoðlunun muhtaç ve sýnýrlý bir güce sahip olduðunu, ilâhî kudretin her
þeyi kapladýðýný ve Allah'ýn nimetini inkâr mânâlarý ile ilgilidir.
21. Saðlam
oturaklý karargah, yani dölyataðý.
22-24. Yüce
Allah tarafýndan bilinen bir kadere, yani takdir edilmiþ bir vakte kadar ki
bu vakit, doðum vaktidir.
25-26. "Toplanma
yeri."
KÝFÂT, eklemek
ve toplamak mânâsýna gelen kökünden türetilmiþ olup kale gibi, birbirine katýlýp
sýkýþarak toplanýlacak yer, dernek yeri ve Ebu Ubeyde'nin sözüne göre "kap"
demektir. Biz buna meâlde "tokat" dedik. Bu tokat, "sille" mânâsýna tokat
zannedilmesin. Sürüden sapýp da ekinlere, bað ve bahçelere dalan kaçak hayvanlarýn
bekçiler tarafýndan tutulup hapsedildikleri yere de Anadolu Türkçesi'nde tokat
denir. Nitekim Tokat ilinin ismi de bunu andýrýr. Buna Rumeli'nin bazý yörelerinde
"kapý" denildiðini de duydum. "Tutuklama evi" mânâsýna "kapý altý" tabiri
de Anadolu'da yaygýn idi.
27-28. Yukarýda
"dölyataðýnda", burada "toplanma yeri" âyetleri, insanlarýn gerek doðmadan
evvel gerek doðduktan sonra, her döneminde vatana ihtiyaçlarý olduðuna ve
bu þekilde gerek hayat ve gerek ölümlerinde ilâhî kudret ile kuþatýlmýþ ve
her zaman ilâhî gücün pençesi ile tutulmuþ bulunduklarýna dikkat çekmekte,
bunun yanýnda "Yeryüzünde yüksek daðlar oturttuk ve size tatlý su içirdik"
âyeti de her taraflarýndan Allah'ýn nimetleriyle beslenmekte olduklarýný hatýrlatmaktadýr.
REVASÝ, "aðýr
basan oturaklý daðlar" demektir.
29. ÞAMÝHAT,
baþýný kaldýrmýþ, yüksek, þiþkin, yüce mânâsýnadýr. "Haydi, gidin o yalanladýðýnýz
þeye", yani o yalanlayanlara hüküm günü böyle denecek. "Dünyada o nimetler
içinde tutuklanýp hapsedildiðiniz yeryüzünden boþanýn da orada iken yalan
diye varlýðýný inkâr edegeldiðiniz azabý boylayýn, def olun" diye azarlanacaklar.
O yeryüzü onlardan boþaltýlacak, yok saydýklarý azaba sevk olunacaklardýr
ki bu, genelde bütün kâfirlere yapýlmýþ bir hitaptýr. Mutlak yalanlamanýn
cezasýdýr. Batýl inançlarýn cezasý olmak üzere özellikle bir kýsmýna da þöyle
denecek:
30. Haydin,
burada boþanýn, üç çatallý bir gölgeye gidin, Yani Allah'ýn birliðini tanýyan,
onun tek olduðuna inanan müminlere özgü koyu gölgede, Arþ'ýn gölgesinde nimet
içinde yaþamaya ve gölgelenmeye sizin hakkýnýz yoktur. Siz Allah'a inanmýyordunuz.
Onun bir ortaðý olduðunu; baba, oðul ve mukaddes ruh gibi üç parçadan oluþtuðunu
zannediyordunuz. Þimdi onun bir olduðuna inanan müminler Arþ'ýn gölgesinde,
o koyu gölgede gölgelenirlerken siz inandýðýnýz üç çatallý gölgeye sýðýnýnýz.
Ata'dan rivayet edildiðine göre bu üç çatallý gölge, cehennem dumanýn gölgesi
diye yorumlanmýþ, birçok tefsirci bu hitabý da öncekinin bir izahý gibi kabul
ederek bunu takip etmiþler ve þöyle demiþlerdir: Cehennem dumaný üç ayrý yerden
yükselecek, kâfirler onu ateþten korur zannederek koþacaklar ve onu en kötü
bir halde bulacaklardýr. Bu duruma göre bu âyette geçen "zýll", yani gölge,
"yalanlamakta olduðunuz þey"in bir açýklamasý demek olur. Fakat Ebu Hayyan'ýn
naklettiðine göre, Ýbnü Abbas þöyle demiþtir: Bu hitap haça tapanlara söylenecektir.
Müminler Allah sayesinde Arþ'ýn gölgesinde korunacak, haça tapanlara da, "taptýðýnýz
haçýn gölgesine gidin" denecek. Zira haçýn üç çatalý vardýr. ÞU'AB, bir cisimden
ayrýlan çatallardýr." Yani haçýn bir kolu, gövdesi demek olduðundan çatallarý
üçtür.
Demek ki,
"Üç çatallý bir gölge", hýristiyanlýðýn teslis inancýnýn, Allah'ý oluþturduðuna
inandýklarý üç unsurun bir simgesidir. Haç, onu temsil eder. Hýristiyanlýk
bunu ve Ahireti yalanlamýyor fakat en büyük kurtuluþu bu haçtan bekleyerek
buna inanýyor. Bu nedenle Ahirette, o hüküm günü müslümanlar inanmýþ olduklarý
o saf bir Allah inancý gölgesinde gölgelenirlerken, "Allah hem birdir, hem
üçtür" diye üç unsur ile teslis (üçlemey)e inananlara: "Haydin gidin, o "üç
çatallý teslis gölgesine" denecek. Fakat öyle bir üç çatallý gölge neye yarar?
Gölgelendirir mi? Azaptan korumak için bir faydasý olabilir mi?
31. Bunu "üç
çatallý" tabirinden de anlaþýlacaðý gibi beyan için buyruluyor ki: O, ne gölgelendirir,
ne de alevden korur. Zira çatallýdýr, çatallarýnýn arasýndan alevler saldýrýr.
Bu nedenle o bir þeye yaramaz, ona sýðýnmaya gelmez.
32. Çünkü
O, alev saçan ateþ veya o çatallar, kuþkusuz öyle kývýlcýmlar atar ki köþk
gibi. Dilimizde köþk diye tanýnan kasr, burada "yüksek yapýlmýþ büyük bina"
diye tefsir edilmiþtir ki, maksat büyüklükte bir benzetme olduðundan "saray
gibi" demek olur. Yani herbiri irilik ve uzanýþta saray gibi, köþk gibi.
33. Sanki
o kývýlcým sarý sarý erkek deve sürüleri gibi.
Önceki benzetme
irilik itibariyle, bu da renk, çokluk ve hareket itibariyledir. Ýbil deve;
nâka diþi deve; cemel erkek deve; cimale cemel'in çoðulu olarak erkek develer
demektir. Bilindiði gibi erkek deve daha iri ve daha kuvvetlidir. Bizim Anadolu'da
erkek deveye cemel yerinde hopa tabir edilir. Ýrilik ve kuvvetlilik benzetmelerinde
de "hopa gibi" denilir. Biz de meâlde "sarý sarý hopalar gibi" demekle bu
mânâlarý anlatmak istedik. Ýþte o cehennem ateþi, alevi o çatallardan böyle
hem her biri saray gibi büyük, hem de hopa sürüleri gibi çok, sarý sarý kývýlcýmlar
atacaktýr. Düþünmeli ki, kývýlcýmlarý böyle olan alevler ne kadar salgýn olacaktýr.
Artýk böyle bir üç çatallý gölgeye sýðýnmanýn ne felaket olduðunu anlamalý.
34-40. Vay
haline, o gün yalanlayanlarýn! Yani gerek o ateþe ve gerek o üç çatallý gölgenin
o ateþten korumayýp böyle bir felaket olduðuna inanmayýp da ona sýðýnanlarýn!
"Bugün, konuþamýyacaklarý gündür..."
Onlardan korunanlara
gelince.
Meâl-i Þerifi
41- Kuþkusuz
takva sahipleri gölgeler altýnda ve pýnar baþlarýndadýr.
42- Canlarýnýn
çektiðinden türlü meyveler arasýndadýrlar.
43- (Onlara):
"Yaptýklarýnýza karþýlýk afiyetle yiyin, için" (denir).
44- Ýþte biz
güzel amel iþleyenleri böyle mükafatlandýrýrýz.
45- O gün
yalanlayanlarýn vay haline!
46- Yiyin,
zevklenin biraz, çünkü siz suçlularsýnýz.
47- O gün
yalanlayanlarýn vay haline!
48- Onlara:
"Rüku edin" denildiði zaman etmezler.
49- Vay haline
o gün yalanlayanlarýn!
50- Artýk
bundan (Kur'an'dan) sonra hangi söze inanacaklar?
41-50. Ve'l-Mürselât
sûresi de burada sona erdi. Fakat o hüküm günü gerçekten gelmeden ona inanmayanlarýn
arkasý alýnmýþ olmýyacaðýndan, bunu Nebe' sûresi, takip edecektir.