97-KADİR:
Muhakkak biz
indirdik onu. Yani oku da ancak bize secde ve ibadet et. Çünkü yüce şanımızla
biz indirdik onu, o okunan Kur'ân'ı. İlâhî kudret her kuvvetin üstünde, her
kemâli içine almış olduğuna uyarmak için "azamet nûnu"yla "Biz indirdik onu."
buyurulması indirenin büyüklüğünü ifade ederken, indirilenin şanını yüceltmeyi
de ifade eder. İndirilenin ismi açıklanmıyarak (hu) zamiriyle işaret olunması
da onun açıklanmasına lüzum olmayacak şekilde zihinlerde bilinmiş olduğuna
işaret olması itibarıyla şânının yüksekliğine ikinci bir uyarı; sonra Kadir
gecesinde indirildiğini beyan ile Kadir gecesinin kadir ve faziletinin anlatılması
da yine onun kıymet ve şerefini açıklamaktır. 'nın aslı 'dır. hükmü tahkik
ile kuvvetlendirir. Onun ismi olarak müsnedün ileyh, fiil ve fâil bir fiil
cümlesi olarak haberi olduğundan, isim ve haber toplamı olan bir fiil cümlesini
içeren bir isim cümlesidir ki müsnedün ileyh olan mütekellim (birinci şahıs)
zamiri bir mübtedâ, bir de fâil olarak tekrar etmiş olmakla içiçe iki hükmü
içine alan kuvvetlendiren bir ifadedir. Meânî İlmi'nde malum olduğu üzere
bu çeşit cümleler kasr (tahsis) veya hükmü kuvvetlendirme ifade ederler. Yalnızca
bir isim cümlesi bile devam ve sâkıt olma ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,
(inne) ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekit
ve yerine göre de tahsis ifade eden çok sağlam cümlelerdir. (hû) zamirinin
merciine gelince, tefsircilerin çoğunluğu Kur'ân'a râcidir demişlerdir. Buhârî'de
zikredilmiş olan da Kur'ân'dan kinayedir. Râzî, bunda tefsircilerin ittifakını
söylemiş. Cibrîl'e veya diğerine ait olduğunu söyleyenler yok değilse de,
onları yalan saymamıştır. Şihâb, "zayıflığından dolayı" demişse de, mânâ itibarıyla
hakiki bir ihtilaf saymadığı için olması gerektir. Zira Kur'ân'a dönmesi ile
Cibril'e dönmesi birbirini gerektiriyor demektir. Diğer vecihlerde, Kur'ân:
Kur'ân'ın tümüne de bir kısmına da söylenmesi doğru olduğu için "o Kur'ân"
mefhumuna girer. Alûsî'nin naklettiği üzere Hattâbî zamiri Allah Teâlâ'nın
"oku" sözüne işaret olduğunu ve ondan dolayı bu sûrenin ondan sonraya konulduğunu
söylemiştir. Kâdî Ebû Bekir İbnü'l-Arabî de bunu beğenmiş: "Bu gerçekten güzeldir."
demiştir. "Oku", Kur'ân'ın ilk inen âyeti olduğundan dolayı, onun inişi Kur'ân'ın
indirilmeye başlaması demek olacağı için zamirin ona gönderilmesi de hakikatte
çoğunluğun görüşüne aykırı olmaz. Ancak zamirin mercii önceki sûrede geçmiş
olması itibarıyla "o Kur'ân'ı" demek gibi lafız itibarıyla da sarih (açık)
olmuş olur. Ve inzali, inzale başlamakla yorumlamaya ihtiyaç kalmaz. Çünkü
Kur'ân'a râcidir, diyenlerin bir kısmı, Şâbî'den rivayet edildiği üzere indirilmeye
başlanmakla tefsir etmişler ve demişlerdir ki, bütün Kur'ân'ın tamamı bir
gecede değil, yirmi üç senede peyderpey nazil olduğu bilindiğinden "Ramazan
ayı ki, onda Kur'ân indirildi." (Bakara 2/185) âyetinde olduğu gibi burada
da maksadın, yirmi üç sene devam eden indirilişin başlangıcı olması gerekir.
Onun için zamirin ilk nazil olan "oku" emrine nisbeti aynı mânâyı daha çok
açıklık ile ifade etmiş olmakla beraber indirilişi, ilk indiriliş ile yoruma
ihtiyaç bırakmayan güzel bir mânâ olur. Ve sûrenin Mekkî ve Medenî olması
rivayetlerinin ikisine de uygun düşer.
Bundan başka
sûrenin Medenî olması rivayetine göre acizâne anlayışıma daha yakın görünen
bir ihtimal vardır ki, o da bu zamirin sûresinin sonundaki "Eğer bundan vazgeçmezse,
onu perçeminden yakalarız."
(Alâk, 96/15)
âyetindeki "sef' " kelimesine râci olarak o vaadin Bedir harbinde yerine getirilmesine
işaret olmasıdır. Bu şekilde Ebu Cehil'in o yalancı, cani kafasının kesilip
cehenneme doğru sürüklendiği Bedir başarısının nüzulü (inmesi)ne işaret olarak
"Eğer Allah'a ve (hak ile batılın) ayrıldığı gün, iki topluluğun karşılaştığı
(Bedir) günü kulumuza indirdiğimize iman etmişseniz." (Enfal, 8/41) âyetinin
mânâsında olmuş olur. "Yevm" (gün), geceyi de içine aldığı için, bundan Bedir
vakası Kadir gecesinin sabahında olduğu ve bu yüksek vaadin yerine getirilmesi
yevme'l-fürkân (hak ile batılın ayrıldığı gün) olan o günün gecesinden başladığı
da anlaşılır. "Ramazan ayı ki insanlara yol gösterici, hidayeti, doğruyu ve
yanlışı birbirinden ayırd edip açıklayıcı olarak Kur'an o ayda indirilmiştir."
(Bakara, 2/ 185) âyeti de bu mânâ ile tefsir olunabilir. Çünkü Bedir vakası
da Ramazan ayının onyedinci günü olmuştur. Alûsî'nin kaydettiği üzere Kadir
gecesi Ramazan'ın onyedinci gecesi olduğu, çünkü Bedir vakası onun sabahında
vuku bulduğu Hasen'den de rivayet edilmiştir. Şu kadar ki bu ancak sûrenin
Medine'de indiği rivayetine göre sahih olabilir ve çoğunluğun tercihine göre
Kadir gecesinin Ramazan'da olmasına zıt olmaz. Fakat bir hayli hadislerin
delaletine göre Ramazan'ın son on gününde aranması ve en çok yirmi yedinci
gece olması hakkındaki rivayetlere uygun olmaz. Mekkî olması rivayetine de
uymaz. Medenî olmasını tercih edenlerin asıl yönü de bu olması gerektir. Bununla
beraber Cuma gününde duanın kabul edildiği saatin gizlendiği gibi Kadir gecesinin
de bütün sene içinde gizlenmiş olduğu, bilhassa Ramazan'da ve özellikle son
on gününde teklerde veya çiftlerde, özellikle yirmi yedisinde olması da en
galip ihtimal bulunduğu hakkındaki en sağlam rivayet düşünülünce Kadir gecesi
Bedir gecesinden ibaret demek değil, fakat Bedir gecesi Kadir gecelerinden
biri idi. O sene Kadir, Ramazanın onyedisine rastlamıştı, diye anlamak daha
doğru olur. Şu halde bütün görüşlere ihtilafsız şâmil olacak şekilde en kesin
ve ittifak edilmiş olan mânâ, zamirin tüm veya kısmî mutlak Kur'ân'a döndürülmesidir.
veya Bedir de bu mânâ dahilinde birer yakın ihtimâldirler.
İnzalin mânâsına
gelince: İbnü Cerir ve diğerlerinde zikredilmiş olduğu üzere çoğunluk rivayet
tefsirleri İbnü Abbas'tan şu ifadeleri nakletmişlerdir:
1- İkrime'den:
Kur'ân hepsi birden olarak Ramazan'da, Kadir gecesinde dünya semasına indi.
Sonra Allah yerde bir şey yapmak, vahyetmek istedikçe ondan indirdi, ta ki
topladı.
2- Hakîm
b. Cübeyr'den: Kur'ân bir gecede yüksek semadan, dünya semasına tamamı olarak
indi. Sonraki senelerde ayrıldı ve İbnü Abbas "Yıldızların mevkilerine yemin
ederim." (Vâkıa, 56/75) âyetini okudu, ayrı ayrı, parça parça nazil oldu,
dedi.
3- Said b.
Cübeyr'den: Kur'ân, tamamı birden olarak Kadir gecesinde dünya semasına indi
de yıldızların mevkiinde oldu, Allah onu Resulüne bir kısmı, bir kısmının
ardınca indiriyordu deyip sonra: "İnkâr edenler: 'Kur'ân ona bir defada indirilmeli
değil miydi?' dediler. Biz onunla senin kalbini sağlamlaştırmak için onu böyle
(parça parça indirdik) ve onu ağır ağır okuduk." (Furkan, 25/32)
4- Kur'ân'ın,
tamamı bir defada indi, dünya semasında Beyt-i İzzet'e kondu ve onu Cebrail
(a.s.) Muhammed (s.a.v.)'e kulların kelâmının ve amellerinin cevabıyla indirdi.
Aynî'nin "Buharî Şerhi"nde ifadesine göre tamamı olarak Kadir gecesinde Levh-i
Mahfuz'dan dünya semasına indirildi de Beyt-i İzzet'e kondu, Cebrail (a.s.)
onu sefere (kâtip melekler)ye yazdırdı, sonra da Cebrail onu Peygamber'e parça
parça indiriyordu. Başı ile sonu arası yirmi üç sene oldu.
İbnü Cerir'de
Şâbî'den de iki rivayet vardır:
1- Bize ulaştı
ki, Kur'ân tamamen birden olarak dünya semasına indi.
2- Kur'ân'ın
ilki Kadir gecesinde indi. Onun için tefsirler de başlıca bu iki vecih üzere
yürümüşlerdir. Birincisinde zamir Kur'ân'ın tamamına râci ve inzal (indirme),
bilindiği üzere bir defada indirmek mânâsında; ikincisinde ise indirmenin
başlangıcı mânâsına olmuş oluyor. Zamirin "oku" emrine gönderilmesi de bu
ikinci mânâyı daha açık ve hiç yorumsuz olarak ifade etmiş oluyor. Üçüncü
olarak arzettiğimiz üzere "sef' " kelimesine gönderilerek Bedir'e işaret olması
da, Medenî olması rivayetine göre, en yakın ve en uygun bir mânâ görünüyor.
Kur'ân'a nisbet olunan inzalin mânâsı, Bakara Sûresi'nin başında da geçtiği
üzere gayb âleminden, şehadet (görünen) âlemin açıklamak demek olduğu için,
Kur'ân'da gelecekle ilgili olarak bildirilen bir vaad ve tehdidin yerine getirilmesi,
haber verilen bir hadisenin fiile çıkarılması mânâsında da doğrudur.
Kadir gecesinde,
yani Kadir gecesi indirdik, yahut Kadir gecesi hakkında indirdik. Çünkü bazıları
zamiri bu sûre mânâsına Kur'ân'a döndürerek bu sûreyi Kadir gecesi hakkında,
yani Kadir gecesinin şeref ve faziletini açıklamak için indirdik meâlinde
tefsir etmişlerdir ki, muzafın hazfine veya harf-i cerrini sebebliğe yormuşlardır
demek olur. Gerçi bundan sonraki âyetler Kadir gecesinin hayır ve faziletini
beyan etmek için sevkedildiği için bu sûrede bu mânâ da yok değildir. Fakat
bu âyeti buna yormak eksiktir. Zira doğrudan doğru zarflık mümkün iken sebebliğe
veya muzafın hazfine gitmek zahirin tersi olduğuyu gibi, sûrenin asıl sevki
doğrudan doğruya gecenin kadrinden önce onda indirilmiş olan indirilenin,
yani zamirin merciinin kadr ve şerefini açıklamak için olması gerekirdi. Yoksa
o Kur'ân'ın Kadir gecesinde indirildiği söylenmeden doğrudan doğruya Kadir
gecesinin faziletini açıklamaya geçildiği şekilde Kadir gecesinin en büyük
feyzinden sükut edilmiş olacağı gibi sûrenin endinden öncesiyle olan ilgisi
gözetilmemiş, tertipte buraya konulmasının hikmetine işaret edilmemiş olur.
Önceki mânâda ise sûrenin zevki yukarda kırâeti emredilen Kur'ân'ın kadrini
beyan için olup, gecenin fazileti onun içinde bundan sonraki âyetlerin mâsîka
lehi (kendisi için sevkedileni) olduğundan gerek öncesine, gerek sonrasına
ilgisi tamdır. Onun için rivayet bakımından da, dirâyet bakımından da güvenilen
taraf birincisidir.
Kadir, fiilinin
masdarı olarak esası, güç yetirmek demek olup, hüküm, haya, takdir, şeref
ve azamet, baskı yapmak mânâlarına gelir. Râzî der ki, kadr ve kader birdir.
Ancak sükun ile masdar, üstün ile isimdir. Kadir gecesi denilmesinde de tefsirciler
bu mânâlardan her birine göre birkaç vecih beyan etmişlerdir:
BİRİNCİSİ:
İbnü Cerir'in Mücahid'den naklettiği vechile hüküm gecesi demektir ki Dühan
Sûresi'nde "Biz O'nu mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz uyarıcıyız. (O
gecede) Her hikmetli emir onda ayırt edilir." (Duhan, 44/3-4) buyurulduğu
üzere her hikmetli emrin, yani ilâhî takdirde hükmedilmiş işlerin, yahut birçok
işlere hükmeden büyük muhkem emirlerin farkedildiği, ayırt olunduğu mübarek
gece demektir. Zira pekçok tefsircinin görüşüne göre o mübarek gece, Kadir
gecesidir. Şaban'ın yarı gecesi olan Beraat gecesi diyenlere göre de orada
söz geçmişti (Duhan, 44/3-4 âyetine bkz.) Bu mânâ ile çokları Kadir gecesi
demek, takdir gecesi demek olduğunu söylemişlerdir. Fakat varlıkların işlerinin
ve hükümlerinin takdirlerini ve vakitlerini tayin mânâsına asıl takdir ezelî
olduğu için burada kastedilen o hüküm ve takdirin açıklama ve yerine getirilmesi
ile hüküm ve kaza olması lazım gelir. Âyette (ayırt edilir) buyurulması da
buna delalet eder. Kader ve kaza biri diğerinin mânâsına da kullanıldığı için
bazıları kaza, bazıları da hüküm diye ifade etmişlerdir. Bunu bir sene zarfındaki
eceller ve rızıklar gibi işlerin kazası diye kayıtlayarak tarif etmek bazı
rivayete dayanarak yayılmış ise de "Her hikmetli emir"den açıkça anlaşılan
yalnız bir sene ile kayıtlanmış değil, birçok senelere, asırlara ve devirlere
ilgisi olan mühim ve büyük işlerdir. Mesela Kur'ân'ın nüzulü senelerce devam
etmesi takdir edilmiş, hükümleri kıyamete kadar eserlere ve senelere hâkim;
peygamberlik, aynı şekilde Bedir, bütün İslâm fetihlerinin başlangıcı olan
bir zafer. Kadir gecesinin asıl kıymeti de böyle feyzi içeren hikmetli emirlerin
yerine getirildiği hüküm ve kaza gecesi olmasındadır.
İKİNCİSİ:
Zührî'den rivayet edildiği üzere Kadir, bizim de kadir ve haysiyet tabir ettiğimiz
üzere şeref ve azamet mânâsına olmasıdır ki, azamet ve şeref gecesi demek
olur. Çünkü "Bin aydan hayırlıdır."
ÜÇÜNCÜSÜ:
Tazyik (sıkıştırmak, daraltmak) mânâsına olmasıdır ki, tazyik gecesi demek
olur. Zira o gece inen meleklere yer dar gelir denilmiştir. Bu bize şunu ifade
eder ki büyük, şerefli olayların ortaya çıkmasının sonundaki hayır ve selâmetin
yüceliği oranında büyük bir şiddet ve tazyik ile ilgilidir. Nitekim Kur'ân'ın
inişi de meleğin şiddetli baskını ile başlamıştı. Şu halde Kadir gecesinde
bu üç mânânın üçü de var demektir. Bu sûrede "Kadir gecesi" ünvanının üç defa
zikredilmiş olması da buna bir işarettir.
2.
Ve ne bildirdi sana, nedir Kadir gecesi? Yahut "Bildin mi nedir Kadir gecesi?";
yani o Kadir gecesi öyle büyük bir gecedir ki, sırf senin kendi dirayetine
kalsaydı onun mahiyetini, kadrinin derecesini bilemezdin. Fakat o ineni biz
indirdiğimiz gibi, bunu da aşağıda olduğu gibi biz bildirdik. Bu şöyle de
ifade olunabilir: "Bildin mi hem ne kadir gecesi?"
3. "o Kadir
gecesi". (Bu, âyetleri altı sayan Mekkî ve Şâmî'de bir âyettir). Bin aydan
daha hayırlıdır. O gece amel, ibadet ve mücâhede ile erilecek olan hayır ve
sevap, onsuz bin ay amel ile kazanılacak olan hayır ve sevaptan daha çok,
daha fazla hayırlıdır. Bir sınır ve miktar ile tayin ve tahdit edilmeyecek
kadar çok hayırlıdır. Artık ne kadar daha çok hayırlı olduğunu Allah bilir.
Bu sırf Allah Teâlâ'nın Muhammed ve ümmetine bir lütfu ve ihsanıdır. Bu tafdil
(üstün gösterme) için en az olarak bin adedinin ölçü olarak gösterilmesi tahsis
için değil, çoğaltmak içindir. Böyle iken bir seneden veya bin asırdan denilmeyip
de "bin ay" deyip özellikle ay ile ifade olunmasının sebebine gelince, bu
hususta birkaç rivayet vardır:
1- İbnü Münzir'in
ve İbnü Ebi Hâtim'in ve "Sünen"de Beyhakî'nin Mücahid'den rivayet ettikleri
vechile; Hz. Peygamber (s.a.v.) İsrailoğulları'ndan bir erin Allah yolunda
bin ay silah giyinmiş olduğunu anlatmıştı. Müslümanlar buna şaştılar ve amelleri
kendilerine pek küçük göründü. Allah Teâlâ da bu sûreyi inzal buyurdu.
2- İbnü Ebi
Hâtim'in Ali b. Urve'den rivayetine göre: Resulullah (s.a.v.) bir gün İsrailoğulları'ndan
dört kişinin seksen sene Allah'a ibadet edip, göz açıp kapayacak kadar bir
zaman günah işlemediklerini anlatmış, Eyyûb'ü, Zekeriyya'yı, Hazkil b. Acûz'u,
Yuşâ b. Nûn'u zikretmişti. Ashab-ı kiram buna hayret ettiler. Bunun üzerine
Cebrail gelip "Ey Muhammed, ümmetin o birkaç kişinin seksen sene ibadetinden
hayrete düştüler. Allah Teâlâ sana ondan daha hayırlısını indirmiştir." diye
sûresini okudu da, "İşte bu senin ve ümmetinin hayran kalışınızdan daha hayırlıdır."
dedi. Resulullah da sevindi.
3- İmam Mâlik'in
"Muvatta"da naklettiğine göre Resulullah'a ümmetlerin ömürleri gösterilmişti.
Resulullah kendi ümmet fertlerinin ömürlerini kısa sayarak başkalarının uzun
ömürde yaptıkları amellere yetişememelerinden endişe etmişti. Allah Teâlâ
da ona Kadir gecesini verdi ve onu diğer ümmetlerin bin ayından daha hayırlı
kıldı. Bu rivayetlere göre bin ayın tahsisi seksen küsur senenin bu ümmet
içinde bir insan için çoğunluk itibariyle uzun bir ömür olmasına işaret demek
olur.
4- Tirmizî,
İbnü Cerir, Hâkim, Taberânî ve İbnü Merdûye ve "Delâil"de Beyhakî, Kasım b.
Fadl Haddânî tarîkıyla Yusuf b. Sa'd (bazılarında Yusuf b. Mâzin, İbnü Cerir'de
İsa b. Mâzin)'den Hz. Hasan b. Ali (r.a.)'ye isnad edilen bir hadis rivayet
etmiştir: Yusuf b. Sa'd demiş ki: Muaviye'ye biatten sonra Hasan b. Ali'ye
bir adam kalktı da müminlerin yüzlerini kararttın, yahut "ey müminlerin yüzlerini
karartan!" dedi. (İbnü Cerir'in lafzında: İsa b. Mâzin dedi ki: Hasan b. Ali
(r.a.)ye: "Ey müminlerin yüzlerini karartan, kalktın da şu adama, yani Muaviye
b. Ebi Süfyan'a biat ettin?" dedim) bunun üzerine Hz. Hasan şöyle dedi: "Allah
sana rahmetle muamele etsin", beni azarlama, çünkü Peygamber (s.a.v.) hazretlerine
rüyada Beni Ümeyye minberi üzerinde gösterildi, bu fenasına gitmişti, bunun
üzerine nazil oldu. "Muhakkak biz sana Kevser'i verdik." (Kevser, 108/1) Ey
Muhammed, yani cennette bir nehir, hem de yani o Kadir gecesi Ümeyyeoğullarının
melik olacağı bin aydan hayırlıdır ey Muhammed" ve bunu rivayet eden Kasım,
hakikatte Ümeyyeoğullarının saltanatını hesap ettik bin ay ediyor, ne fazla
ve eksik, dedi, demişlerdir. Buna göre "bin aydan hayırlıdır" âyeti, Emevî
devletinin müddetine ve aynı zamanda onun da bir hayır olduğuna işaret etmiş
ve gaibden haber veren bir mucizeyi de içine almış oluyor. Hz. Peygamber'in
minberi Medine'de konulmuş olduğu için bazıları bundan sûrenin Medenî olduğuna
delil getirileceğini de söylemişlerdir. Bir takımlarının zannetmek istedikleri
gibi Emeviler'in mutlaka kötülüğüne değil, onlara hayır isbat etmiş olması
itibarıyla lehlerinde demek olanı bu hadisin sıhhati tesbit edilebilmiş olsaydı
da "bin ay"ın mânâsını ve tahsis edilmesinin sebebini tefsir için en açık
bir delil olurdu. Fakat sıhhati tesbit edilememiş, ancak zayıf mı, yoksa münker
mi olduğunda ihtilaf edilmiştir. Tirmizî der ki: Bu, bir garib hadistir, biz
bunu ancak bu şekil ile tanıyoruz. Ve Kasım b. Fadl hadisinden Yusuf b. Sa'd'den:
"Bir de Kasım b. Fadl'dan, Yusuf b. Mâzin'den denilmiş. Kasım b. Fadl Haddânî
sikadır. Yahya b. Saîd ve Abdurrahman b. Mehdî onu doğrulamışlardır. Fakat
Yusuf b. Sa'd bilinmeyen (meçhul) bir adamdır. Biz ise bu hadisi bu lafız
ile ancak bu yönden tanıyoruz". Bunun özeti "Dürrü Mensur"da da zikredildiği
üzere zayıf demektir. Suyûtî "İtkan"da der ki: "Bu hadis ile sûrenin Medenî
olduğuna delil olunuyorsa da Müzenî bu hadise münker demiştir." Bununla beraber
Alûsî'nin naklettiği üzere Hatîb, İbnü Abbas'tan da ve aynı şekilde İbnü Müzeyyeb'den
de şu lafız ile tahric eylemiş: Allah'ın Nebisi (s.a.s.) dedi ki: "Bana rüyada
Ümeyyeoğulları gösterildi, minberime çıkıyorlardı, bu bana ağır geldi bunun
üzerine, indirildi." ve Celâleddin Suyûtî "Dürrü Mensur"da bunu da zikrettikten
sonra: "Şu halde Müzenî'nin, o hadis münkerdir, görüşünde bence tereddüt vardır"
diye inkârdan yüz çevirerek zayıflık ile yetinmek istemiştir. İbnü Cerir de
'nin tefsirinde gerek İsrailoğulları âbidi ve gerek bu Emeviyye hadisi rivayetini
de zikrettikten sonra bu görüşler içinde tenzilin (indirmenin) zâhirine en
yaraşan görüş, Kadir gecesinde amel, Kadir gecesi bulunmayan bin ay amelden
daha hayırlıdır, diyenlerin görüşüdür. Diğer görüşler birtakım batıl mânâların
davalarıdır ki, onlara ne haberden, ne akıldan, ne de tenzilde mevcut bir
delalet yoktur, diye karar vermiştir. Böyle karar vermek ise rivayet ettiği
o haberleri red ve inkâr demek olduğu cihetle, bu da Müzenî'ye iştirak etmiş
demektir.
Tarihe müracaat
edildiği surette de ilk bakışta hesapça bir uyuşmazlık görülür. Zira bin ay,
seksen üç sene dört ay eder. Halbuki Hz. Hasan'ın emirliği Hz. Muaviye'ye
teslimi tarihi olan kırk bir senesi Rebîülevvel'inden veya Rebiülâhir'inden
veya Cemaziyelûlâ'sından itibaren Emeviler'in sonuncusu olan İkinci Mervan'ın
öldürüldüğü yüz otuz iki senesi sonuna kadar sayıldığı takdirde Emeviyye devletinin
müddeti doksanbir sene on ay yahut dokuz yahut sekiz ay eder ki bin yüz yahut
bin yüz bir yahut bin yüz iki aya ulaşır. Bu halde arada en az yüz ay kadar
bir fark var demektir. Bununla birlikte bu konuda selahiyet sahibi olan İbnü
Esir ve Kâdî Cemaleddin ve Ebu'l-Fidâ gibi tarihçiler bu farkın önemli olmadığına
kani olarak anılan hadisi kabul edip nakletmişlerdir. Nitekim Ebu'l-Fidâ şöyle
der: Emevî devleti halifeleri ondörttür. Birincileri Muaviye b. Ebi Süfyan
ve sonuncuları Mervan Ca'dî'dir ve devletlerinin müddeti doksan küsur senedir.
Bu ise yaklaşık bin aydır. Kâdî Cemâleddin b. Vasıl (r.a.) der ki: İbnü Esir
tarihinde şöyle demiştir: Hz. Hasan Kûfe'den yürüdüğü zaman ona bir adam rastladı
da, "ey müminlerin yüzlerini karartan" dedi. O da: Beni bana kınama, çünkü
Resulullah (s.a.v.)a rüyasında gösterilmişti ki Ümeyyeoğulları onu minberine
adım adım çıkıyor, bu onun gücüne gitti, bunun üzerine Allah Teâlâ ve âyetlerini
inzal buyurdu.
Görülüyor
ki bu tarihçiler buna karşı çıkmayıp "bin ay"ın yaklaşık olarak Ümeyyeoğulları'nın
saltanatına işaret olmasını yeterli görerek hadisi tarih açısından kabul etmişlerdir.
Buna göre asıl maksat anlaşılmış, adedi kesin değildir, Emevî devletinin saltanatının
sayılı olan hayırlılığına ve müddetine yaklaşık bir işaret ile Peygamber'e
verilmiş olan Kadir gecesinin sınırsız olan hayrını beyandır demek olur. Tarihçiler,
zayıf olan rivayetleri de kaydedegeldikleri için bundan haddi zatında hadisin
sıhhatini kabul etmek lazım gelmezse de tarih açısından yapılacak itiraza
bir cevap teşkil etmek itibarıyla bunun bir önemi bulunduğu da inkâr olunamaz.
Bu bakımdan anılan hadis münker sayılmaması gerekir. Ancak Tirmizî'nin Kasım
b. Fadl sika (doğru kişi)dır demesine, onun ise Ümeyyeoğulları saltanatının
ne fazla ne eksik bin ay olarak hesap edilmiş olduğunu söylemesine göre bunun
yaklaşık değil, tam olması gerekir. Şu halde tarihçilerin sözü ile bunu nasıl
bağdaştırmalı veyahut hangisini tercih etmeli sorusu ortaya çıkar.
Bizim kanaatimize
göre hadisçinin, inanılır bir hadisçi olması itibarıyla tahkiki; tarihçinin
tarihçi olması itibarıyla takrîbinden daha tercih edilir olması lâzım gelir.
O halde bilinen tarihe karşı bunun sebebi ne olabilir? Bunda fikrimizce üç
sebep ihtimallidir:
BİRİNCİSİ:
Hadisin bazı rivayetinde "minberine çıkıyorlar", bazı rivayetinde "onun minberini
gönülleri çekiyor" lafızlarıyla ifade edilmiş olduğuna göre mefhumu Emeviler'in
minbere çıkışı, yani saltanatta terakkisi müddeti üzerindedir. Bu ise Hişam
b. Abdilmelik ile son bulmuş, ondan sonraki sekiz sene yıkılma devri, yani
minberden iniş zamanı olmuşur. Hz. Muaviye'nin istiklali kırk bir sene Cemâziyelûlâ'sında,
Hişam'ın ölümü yüz yirmi beş senesi Rebiülevvel'inde olduğuna göre toplamı
seksen üç sene on ay eder. Bundan ikinci Muaviye'nin istifası ile Mervan'ın
melik olmasına kadar geçen zaman fasılası gibi beş-altı ay müddet çıkarılınca
geriye tam seksen üç sene dört ay kalır ki, bu da Kasım'ın da dediği gibi
ne fazla ne eksik olarak tam bin ay eder.
İKİNCİSİ:
Müddetin toplamı olan doksan iki seneden Yezid'in ölümü üzerine Abdullah b.
Zübeyr hazretlerinin muhalif olarak halifeliği müddeti olan dokuz seneye yakın
zaman da Emeviler'in istiklalinden çıkarılması gerekeceğine de işaret olabilir
ki, bu da araştırma yapmak suretiyle incelense aynı sonuca varılabilir.
ÜÇÜNCÜSÜ:
Emevi melikleri içinde Birinci Yezid'in zamanında Hz. Hüseyin'in şehid edilmesi,
dokuzuncuları olan İkinci Yezid b. Abdilmelik'in, onbirincileri olan İkinci
Velid b. Yezid b. Abdilmelik'in sapıklık ve ahlâksızlıkları sebebiyle hayırsızlıkla
bilinen sekiz küsur sene müddetleri doksan ikiden çıkarıldığı takdirde de
seksen üç sene küsur ay kalır ki, bu da aynı sonuç demektir. Şu halde bin
ay ile yetinilmesi bu üç ihtimalden birine ve hatta her birine işaret olacağı
cihetle bin ay yaklaşık değil, tahkikî olarak bu husustaki geleceği bütün
inceliğiyle ifade eden bir mucize vahyolmuş olur. Bu şekilde Râzî'nin hikâye
ettiği vechile Kâdî Abdülcebbar'ın aşağıdaki itirazı da varid olmaz.
Kâdî Abdülcebbar
zikredilen rivayeti ayıplayarak demiştir ki: Bu bin ayın Emeviler'e ait günler
olması uzaktır. Çünkü Emeviler'in günleri yerilmiştir. Allah Teâlâ Kadir gecesinin
faziletini zikrederken öyle yerilmiş olan günlerle karşılaştırarak zikretmez.
Yani ism-i tafdil olduğu için bin aydan daha hayırlıdır demek, o bin ayın
da hayır olmasını gerektirir. Bu ise Emevi devleti günlerinin yerilmesi değil,
öğülmesi demek olacağı cihetle yakışmaz, diye yermiştir. Râzî de buna karşı
demiştir ki: Bu yerme, zayıftır. Zira Emeviler'in zamanları, dünya saadeti
itibarıyla büyük günlerdir. Onun için Allah Teâlâ'nın şöyle demiş olması mümkünsüz
olmaz: "Ben sana bir gece verdim ki, dinî saadet itibarıyla o gece Emevi günlerinin
dünyevî saadetinden çok daha hayırlı ve daha faziletlidir". Gerçekte Emeviler'in
günlerinin Resulullah'a hoş gelmeyecek, gücüne gidecek kötülükleri, şer yönleri
de bulunmakla beraber büyük fetihleri ve İslâm'ın o sırada geçirmekte olduğu
fikir ayrılığı ve ihtilâl buhranlarının önüne geçerek birliği iadesi gibi
dinî, dünyevî hayır ve saadet yönleri de çok olduğu inkâr edilemez. Bin ay
hakkında bizim arzettiğimiz düşünceye göre ise şer yönleri çıkarılıp atılarak
öyle hayrı içine alan aylarla bildirilmiş olduğu cihetle anılan yerme ve itirazın
varid de olmayacağı anlaşılır. Hakikatte Kadir gecesi, gerek meşhur olduğu
üzere Kur'ân'ın ilk nazil olduğu peygamberlik gecesi olarak düşünülsün, gerekse
Bedir gecesi olsun, iki takdirde de onun nice nice asırlara, devletlere hâkim
olan hayır ve hareketi Emevi devletinin en hayırlı günler ve aylarından daha
hayırlıdır. Onların bu hayırlı günleri de bin ay kadar olacaktır, denilmekte
açık bir mânâ ve mucize bulunduğunu inkârın mânâsı yoktur. Sonra bunu birtakım
kimselerin sandığı üzere Emeviler'in sırf aleyhine kabul etmek doğru olmayacağı
gibi, her yönden lehlerine kabul etmek de doğru olmayacaktır. Bununla beraber
hadisin rivayetinden sıhhati isbat edilemeyip naklî kıymeti sonuçta Tirmizî'nin
dediği gibi zayıf olmaktan kurtarılamadığı cihetle tefsiri yalnız buna dayandırmak
da doğru olamaz. Onun için en güzel mânâ bu rivayetlere ihtimal ile beraber,
İbnü Cerir'in dediği gibi mutlak olarak Kadir gecesinde amel, Kadir gecesi
bulunmayan bin ay amelden daha hayırlıdır, diye anlamaktır ki, bu da onun
hayırlılığı sayısız olduğunu açıklamakla Peygamber ve ümmetine özel bir müjdedir.
Şimdi onun hayırlılığı şöyle beyan olunuyor.
4. "iner"
fiil-i muzarî, aslı 'dür. Yani ilerde iner, peyderpey iner melekler ve ruh
onda. Şihab'ın beyanına göre bu zamirinde iki vecih vardır:
Birisi: Geceye
ait olmasıdır ki, bu şekilde ruh, melaikeye atfedilerek, o gecede melekler
ve ruh peyderpey iner demek olur, zahiri de budur.
İkincisi:
Melâikeye ait, vav da hâliye olmasıdır ki, Ruh içlerinde olduğu halde melekler
iner demektir. Tefsircilerin çoğunluğunun görüşüne göre Ruh'tan maksat Cibril'dir.
Bazıları da, Ruh büyük bir melektir ki, gökleri ve yeri yutsa ona bir lokma
olur, demişlerdir. Burada "Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin." (Yusuf, 12/87)
gibi rahmet mânâsına olduğunu da söylemişlerdir. Ve daha çeşitli görüşler
vardır. (Nebe', Meâric ve İsrâ Sûresi'nde "De ki: 'Ruh Rabbimin emrindendir."
(İsra, 17/85) âyetinde geçen açıklamalara bkz.) Herhalde bundan Ruh'un melâikeden
daha özel olduğu anlaşılır. Bazıları bunların dünya semasına indiğini söylemişlerse
de açık olan, yere ve kadire mazhar olan kimselere inmeleridir.
Rablerinin
izniyle. Âyette "Rab" tekil, muzafun ileyh olan "hüm" zamiri çoğuldur. Dilimizde
"Rablerinin" diye tercemesinde "rab" çoğulmuş gibi bir benzeyiş meydana geliyor.
Yanlış anlaşılmasın, maksat kendilerinin Rabbi olan Allah Teâlâ'nın izniyle
inerler demektir. "Biz ancak Rabbimizin emriyle ineriz." (Meryem, 19/64) buyurulduğu
üzere meleklerin inişi Allah'ın emriyle olduğu bilinirken bunu açıklamanın
faydası bu işin özellikle önem ve büyüklüğüne tenbihtir. Her emirden. Bu öncesine
de, sonrasına da ilgili olabilir. Birincisine göre ecliyye olarak 'ye müteallık,
yani o gece yerine getirilmesi takdir edilmiş olan her emir için demektir,
deniliyor. Bununla beraber izinle ilgili olması daha yakındır. Hep hayırla
ilgili veya din ve dünya ile ilgili yerine getirilecek her emirden izniyle
demek olur ki, bu şekilde izni açıklamanın asıl hikmeti bu genelleme olduğu
da anlaşılır. Zira bu gece ilerisi için hâkim, her türlü mukadderatın tayin
edildiği ve birbirinden ayrıldığı gece olduğundan diğer vakitlerde olduğu
gibi yalnızca özel bir emirle ilgili izinle değil, her emirden izin ile inerler.
"De ki: 'Ruh Rabbimin emrindendir." (İsra, 17/85) âyeti gereğince, Ruh Rabbânî
emirden olduğu cihetle burada ruhun en büyük Ruh, meleklerin inişi de o en
büyük ruhun emrinde nüzul olduğunu mânen bir beyan gibi de olur. "Melekleri,
kullarından dilediğine, emrinden ruh ile indirir." (Nahl, 16/2) âyetinin mefhumu
olması da düşünülebilir. Ruh'un, Cibril ile tefsiri bu mânâların hepsinde
geçerlidir.
5. Ancak her
emrin hayır ve şerre de şâmil olması ihtimaline karşı, "Kadr"e mazhar olacaklar
hakkında şer ihtimalini defetmek için buyuruluyor ki, bir selâm. Yani sırf
selamettir. Yahut Allah tarafından bir selamdır. Melekler, müminlere selam
verir dururlar, buna bağlı olduğuna göre, her emirden, korkulu her şeyden
selâmettir. Yahut selamet müjdesi, selamet tebliği olan bir selamdır. O gece,
Ta fecrin doğuşuna veya doğuş zamanına kadar. Daha Türkçesi tanyeri ağarıncaya,
sabah oluncaya kadar. Bu mânâya göre mukaddem (önce gelmiş) haber, muahhar
(sona getirilmiş) mübtedadır. Bu takdirde 'da vakıf edilmemesi lâzım gelir.
Fakat bundan başka İbnü Abbas'tan rivayet edilmiş olarak üzerinde vakıf yapmak
da caiz görülmüştür ki bu şekilde "selam", mahzuf mübtedânın haberi olarak
"bu, her bir emirden selamdır" meâlinde bir cümle, 'de, mübteda ve haber olarak
ayrı bir cümle olmuş olur. Masdarın mâmûlünü önce getirmek caiz olmadığı hakkındaki
Nahiv kaidesi ile olan itiraza, zarfların bundan istisnasıyla cevap verilmiş
olduğu da meşhurdur. Bununla beraber, bize öyle geliyor ki, burada selam,
sözündeki selam gilbi haberi hazfedilmiş mübteda yahut mukaddem haber olarak
melâikeden veya doğrudan doğruya Allah tarafından selam olması üzere cümle-i
mutarıza olması tartışmaya hiç yer bırakmaz ve her hangisi olursa olsun asıl
maksat Kadir gecesinin içine alabileceği bir baskı anlayışından veya emrin
umumundan dolayı Peygamber ve ümmetine bir şer ve zarar ihtimalini uzaklaştırmakla
sırf hayır ve selameti anlatma ve müjdelemedir. Yahbî gibi bazıları 'de vakfı
caiz görmemişler ve demişlerdir ki: Bu şekilde beyanının bir faydası olmaz.
Çünkü her gecenin sabaha kadar olduğu malumdur. Fakat bunda da o fevkalâde
olan hayır ve selametin bazı saatlere tahsis edilmiş olmayıp sabaha kadar
devam ettiği, haberin faydasının gereği kabilinden olarak, işaret edilme faydası
bulunacağı inkâr olunamaz. İşte Kadir gecesi büyük büyük mukadderatın tayin
ve yerine getirilmesi maksadıyla her emirden görevli meleklerin ve ruhun peyderpey
inmesiyle, yeryüzünde büyük bir tazyik (baskı) meydana getiren fevkalâde büyük
bir ruhâniyete erişmiş ve sabah oluncaya kadar böyle hayır ve selamet olan
büyük bir gecedir. Böyle bir gecenin sabahı ise sırf hayır ve selamet olacağı
öncelikle sabit olur. Yani burada hayır ve selamet mânâsına göre "hatta" gayesinde
ters anlamı (mefhum-ı muhalif) yoktur. Hatta gece mefhumuna göre iskat-ı maverâ
(dışındakileri düşürme) ifade ederse de asıl sözün sevkedildiği hayır ve selamet
anlamına göre iskat (düşürmek) için değil, hükmü uzatmak içindir. Çünkü "Ağardığı
zaman sabaha andolsun." (Müddessir, 74/34) ve "Kuşluk vaktine andolsun." (Duhâ,
93/1) kasemlerinden de anlaşıldığı üzere fecrin doğuşu ve sabahın ağarması
ve duhâ (kuşluk vakti)nın yayılması âdet olarak bir işaret delilidir. Nitekim
Râzî'nin nakli üzere bu gecenin gündüzünü takip etmesini istemesi meselesinde
İmam Şa'bî demiştir ki: Evet gündüzü de gecesi gibidir. Bunun selam ve selamet
olmasına verilen mânâlar şunlardır:
1- Meleklerin
müminlere selam ve duasının çokluğu.
2- Şerlerden
ve âfetlerden salim olmak mânâsına tam selamet ve menfaat, hayır olması ki,
şeytanın saldırısından selamet mânâsı da bunda dahildir.
3- Ebu Müslim'in
görüşüne göre korkulu rüzgarlardan, yıldırımlardan ve bunlara benzer ezalardan
salim olmasıdır.
4- Bölümlerinin
her birinde ibadet etmek bin aydan hayırlı olmakta farklılıktan salim olmasıdır.
Çünkü diğer gecelerde farz ilk üçte birinde, nafileler ortasında, dua seherde
olması müstehaptır.
Şu da bilinmiş
olsun ki, bu mübarek gecede dua sünnettir. O icabet vakitlerinden birisidir.
İmam Ahmed ve sahih diyerek Tirmizî, Nesaî, İbnü Mâce ve daha diğerleri Hz.
Aişe'den şöyle rivayet etmişlerdir: Demiştir ki: "Ey Allah'ın Resulü, Kadir
gecesine rastlarsam ne diyeyim?" dedim. Buyurdu ki: "Allah'ım sen affedicisin,
affı seversin, beni affeyle, de." Aynı şekilde namaz ve diğer ibadet şekilleri
ile gayret ederek çalışmak da sünnettir. Süfyan-ı Sevrî demiştir ki, o gece
dua etmek, namaz kılmaktan daha sevaptır. Kur'ân okuyup da dua ederse güzel
olur. Resul-i Ekrem (s.a.v.) hazretleri Ramazan geceleri gayretle çalışır
ve tertîl ile Kur'ân okurdu. Rahmet âyeti geçtikçe ister, azap âyeti geçtikçe
Allah'a sığınırdı.
İbnü Receb
de demiştir ki: En mükemmel olan namaz, Kur'ân kırâeti, dua, tefekkürü toplamaktır.
Peygamber (s.a.v.) bunların hepsini yapardı. Özellikle son onunda daha çok
yapardı. Bazıları demişlerdir ki: Teravih ile kıyam meydana gelir. Beyhakî,
Enes b. Malik (r.a.)'ten şöyle rivayet etmiştir: Resulullah buyurdu ki: "Her
kim Ramazan ayı çıkıncaya kadar akşam ve yatsı namazlarını cemaatle kılarsa
Kadir gecesinden birçok haz alır." Malik ve İbnü Ebi Şeybe ve İbnü Zencûye,
Beyhakî Said b. Müseyyeb'den rivayet etmişlerdir ki: Kadir gecesi yatsı namazında
cemaatte hayır bulunan ondan nasibini almış olur. İbnü Hacer Heytemî (rh.a.)
Tuhfetü'l-Muhtâc'da der ki: Kadir gecesini görene, saklaması sünnettir. Onun
kemâliyle faziletine ancak Allah Teâlâ'nın bildirdiği kimseler nail olur.
Kadir gecesini
görmek ne demek olduğu hakkında da âlimler hayli bahisler yapmışlardır. Alûsî'nin
açıkladığı üzere açık olan budur ki: Onu görmek demek, ona mahsus olan nurlar
ile meleklerin inmesi gibi özelliklere, ilmi ifade eden alametleri görmek
yahut öyle bir ilmi ifade eden ve hakikati ancak ehlince bilinen bir keşfe
ermektir.
Kadir gecesi,
meşhur olduğu üzere, Kur'ân'ın nazil olduğu veya sabahında Bedir zaferinin
vuku bulduğu gece olduğuna göre o bir defa olmuş geçmiştir. Her sene Ramazan'da
olacak olan onun şeref ve hatırasıdır, demek olur. Nitekim bazıları onun bir
defa olup kalktığını kabul etmişlerdir. Fakat Kadir gecesi onlardan dolayı
değil, onlar Kadir gecesine rastlamış olduğuna göre de Kadir gecesi bütün
sene içinde gizli olup, en çok Ramazan'da ve en çok son onunda ve en çok yirmi
yedinci veya sonuncu gece olması ihtimali en galip bulunan mübarek bir takdir
gecesi olarak tekrar eder ki, bilinen, çoğunluğun görüşü de budur. Ve "bin
aydan hayırlıdır" âyetinden ortaya çıkan da bu gecenin "günlerin efendisi"
olan cuma ve arefe gecelerinden de daha faziletli olmasıdır. Bununla beraber
bunda da hayli münakaşa edilmiştir. Bu âyet gereğince bunun Mirâc gecesinden
de daha faziletli olması gerekir. Fakat yukarılarda da geçtiği üzere Resulullah
hakkında Mirac gecesi daha faziletli, ümmet hakkında da Kadir gecesi daha
faziletli olduğu söylenmiştir. Fakat Kadir gecesi, sene içinde dönen gizli
bir gece olduğuna göre bu büyük olayların hepsi birer Kadir gecesine tesadüf
etmiş olması, bütün ihtilafı kaldıracak olan en güzel bir şekil olmuş olur.
Bunlar içinde Kur'ân'ın ilk nazil olduğu Kadir gecesi ise, hepsinden en faziletli
olan yegane Kadir gecesi olması gerektir ki, her Ramazan'ın yirmi yedinci
gecesi, bunun her sene devretmiş olma şerefiyle gizli olan Kadir gecesine
isabeti en çok düşünülen bir gece olduğu cihetle çoğunluğun görüşü burada
toplanmıştır. Bunun gündüzünde de gecesi gibi dua ve ibadet ile mücahede sünnet
olur. Ki bunda çeşitli mütâlaalar sebebiyle meydana gelen farklılıklar da
ortadan kaldırılmış olur. Zira bilinmektedir ki yer üzerinde bir yerde gece
olurken, diğer bir yerde gündüz olur. Her iklimde bulunan kendi gecesini ihya
etmek suretiyle aynı hayır ve selametten faydalanırsa da gündüzüyle beraber
hesap edilmesi, icabet için daha ihtiyatlı demektir.
Bütün bu açıklamadan
sonra sûrenin kendisinden sonrasına bağlanmasından çıkacak olan mânâ da şu
olur: O okunması emredilen Kur'ân'ı böyle bir Kadir gecesinde indiren biz
büyük şan sahibi olan Rabbin olduğumuz için ancak bize secde et ve yaklaş.
Bu mânâda ise Mirac gecesinin daha yüksek oluşunu anlamak mümkün olur. Cenab-ı
Allah biz kullarını da Kadir gecesinin hayır ve faziletine eren salih kullar
zümresine soksun. Alûsî'nin kaydettiği üzere Sofiyye ıstılahında Kadir gecesi,
Allah yolunu tutanın, sevilen Hakk'a oranla kıymet ve mertebesini tanıyacağı
özel bir tecelliye erdiği gecedir ki, o gece hak yolcusunun aynı toplantıya
ve marifette yetişkinler makamına ilk girdiği vaktidir. Nitekim İbnü Farıd
bu mânâda şu beyti ne güzel söylemiştir:
"Eğer o sevgili
yaklaşırsa bütün geceler Kadir gecesidir, Nasıl ki bütün kavuşma günleri Cuma
günüdür."
Şeyhin bu
beytinde Cuma gününün Kadir gecesinden daha faziletli olması görüşüne de işaret
vardır. "Allah doğru yolu gösterendir, ancak maksûda şâyân O'dur."