Ana Sayfa

 
 

| Yâsîn | Tebârake | Amme | Fetih | Kehf | Rahman | Vâkıa | Cuma |
Kur'an-ı Kerim Hatim Oku
En kolay okunan bilgisayar hatlı Sayfa Sayfa Hatim Oku !
İlk Ezberler

Eûzü Besmele

Rabbi Yessir

Kelime-i Şehâdet

Kelime-i Tevhid

Sübhâneke

Ettehıyyatü

Allâhümme Salli

Allâhümme Bârik

Rabbenâ & Rabbenağfirlî

Kunut 1

Kunut 2

Âmentü

Namaz Sûreleri

Fâtihâ

Fil

Kureyş

Mâûn

Kevser

Kâfirun

Nasr

Tebbet

İhlas

Felak

Nas

Bakara 1-5

Âyetü'l-Kürsî

Hüvallâhüllezî

Âmenerrasûlü

Kısa Sûreler

Duhâ

İnşirah

Tîn

Alak

Kadir

Beyyine

Zilzal

Âdiyat

Kâria

Tekâsür

Asr

Hümeze

Yâsîn Sûresi

1. Sayfa

2. Sayfa

3. Sayfa

4. Sayfa

5. Sayfa

6. Sayfa

Mülk (Tebâreke) Sûresi

1. Sayfa

2. Sayfa

3. Sayfa

Nebe (Amme) Sûresi

1. Sayfa

2. Sayfa

Fetih Sûresi

1. Sayfa

2. Sayfa

3. Sayfa

4. Sayfa

5. Sayfa

Hafız Efendi Sayfası


Nebe (Amme) Suresi Sayfa 2


﷌ ﴾ Sayfa 582 ﴿ ﷍

اِنَّ لِلْمُتَّق۪ينَ مَفَازًاۙ ﴿٣١﴾ حَدَٓائِقَ وَاَعْنَابًاۙ ﴿٣٢﴾ وَكَوَاعِبَ اَتْرَابًاۙ ﴿٣٣﴾ وَكَاْسًا دِهَاقًاۜ ﴿٣٤﴾ لَا يَسْمَعُونَ ف۪يهَا لَغْوًا وَلَا كِذَّابًاۚ ﴿٣٥﴾ جَزَٓاءً مِنْ رَبِّكَ عَطَٓاءً حِسَابًاۙ ﴿٣٦﴾ رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۙ الرَّحْمٰنِ لَا يَمْلِكُونَ مِنْهُ خِطَابًاۙ ﴿٣٧﴾ يَوْمَ يَقُومُ الرُّوحُ وَالْمَلٰٓئِكَةُ صَفًّاۜ لَا يَتَكَلَّمُونَ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَقَالَ صَوَابًا ﴿٣٨﴾ ذٰلِكَ الْيَوْمُ الْحَقُّۚ فَمَنْ شَٓاءَ اتَّخَذَ اِلٰى رَبِّه۪ مَاٰبًا ﴿٣٩﴾ اِنَّٓا اَنْذَرْنَاكُمْ عَذَابًا قَر۪يبًاۚ يَوْمَ يَنْظُرُ الْمَرْءُ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ وَيَقُولُ الْكَافِرُ يَا لَيْتَن۪ي كُنْتُ تُرَابًا ﴿٤٠﴾ صَدَقَ اللّٰهُ الْعَظِيمُ

Nebe (Amme) Suresi Sayfa 2 Türkçe okunuşu

Bismillahirrahmânirrahîm.
31. İnne lil muttakîne mefâzâ(mefâzen).
32. Hadâika ve a'nâbâ(a'nâben).
33. Ve kevâıbe etrâbâ(etrâben).
34. Ve ke'sen dihâkâ(dihâkan).
35. Lâ yesmeûne fîhâ lagven ve lâ kizzâbâ(kizzâben).
36. Cezâen min rabbike atâen hısâbâ(hısâben).
37. Rabbis semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâr rahmâni lâ yemlikûne minhu hitâbâ(hitâben).
38. Yevme yekûmur rûhu vel melâiketu saffâ(saffen), lâ yetekellemûne illâ men ezine lehur rahmânu ve kâle sevâbâ(sevâben).
39. Zâlikel yevmul hakku, fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
40. İnnâ enzernâkum azâben karîbâ(karîben), yevme yanzurul mer'u mâ kaddemet yedâhu ve yekûlul kâfiru yâ leytenî kuntu turâbâ(turâben).

Nebe (Amme) Suresi Sayfa 2 Anlamı

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle.
﴾31﴿ İtaatsizlikten sakınmış olanlar için artık murada erme zamanıdır.
﴾32﴿ Bahçeler, üzüm bağları;
﴾33﴿ Gencecik yaşıt kızlar;
﴾34﴿ Dolu dolu kadehler.
﴾35﴿ Orada ne boş bir söz ne de yalan işitirler.
﴾36﴿ Bunlar rabbinin bol bol lutfettiği karşılıktır, bağıştır.
﴾37﴿ O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların rabbidir. O, Rahmân’dır. O’nun huzurunda kimse söz söyleyemez.
﴾38﴿ Ruh ve meleklerin saf saf olup durduğu o gün, ancak Rahmân’ın izin verdikleri konuşur ve konuşan da doğruyu söyler. ﴾39﴿ İşte bu, (geleceği) kesin olan gündür. O halde artık isteyen kendisini rabbine götürecek bir yol tutsun.
﴾40﴿ Kuşkusuz biz insanın önceden yapıp ettiklerini karşısında göreceği ve inkârcının, “Keşke toprak olsaydım!” diyerek dövüneceği gün gerçekleşecek olan yakın bir azaba karşı sizi uyardık.

Nebe (Amme) Suresi tefsiri


Nebe’ “önemli haber” demektir. Burada ise “kıyamet haberi” anlamında kullanılmıştır. Kıyamet gününde evrendeki mevcut kozmik düzenin bozulması, Allah’tan başka var olan her şeyin yok olması, öldükten sonra yeniden dirilme, hesaba çekilme vb. önemli olaylar meydana geleceği için onunla ilgili bilgilere “büyük haber” denilmiştir. “Haberden maksat kıyamet olayları değil onu bildiren Kur’an’dır veya Hz. Muhammed’in peygamberliğidir” diyenler de vardır (Ateş, X, 286; krş. Sâd 38/67). Tefsirlerde anlatıldığına göre Hz. Peygamber müşriklere Allah’ın birliğinden ve öldükten sonra dirilmenin gerçekleşeceğinden bahsedip de onlara Kur’an âyetlerini okuyunca, “Muhammed ne getirdi? Neler anlatıyor?” diye birbirlerine sormaya başlamışlar, bunun üzerine açıklanan âyetler inmiştir (Şevkânî, V, 419-420).
İnsanlığın yaşamasına uygun bir duruma getirilmiş olan yerküresi, üstünde insanların oturup kalkmasına, yatıp uyumasına elverişli olan döşeğe benzetilirken dağlar da arzı dengede tutmak için çakılmış kazıklara benzetilmiştir. Çünkü dağlar yer yuvarlağının dengesini sağlamaktadır. (bk. Kur’an Yolu, Nahl 16/15). Dağların, içinde madenlerin bulunması, suların birikmesi, üstünde çeşitli bitki ve ormanların oluşması vb. sayılamayacak kadar çok jeolojik, biyolojik ve hayatî faydaları vardır. Allah Teâlâ, dağlarla dengesini sağladığı bu yeryüzünde insanların huzur ve sükûn içerisinde mutlu bir şekilde yaşamaları ve nesillerini devam ettirmeleri için onları erkekli dişili çiftler olarak yaratmıştır; 8. âyet bunu ifade eder (krş. Rûm 30/21; Necm 53/45).
“Dinlenme vesilesi” diye çevirdiğimiz sübât kelimesi sözlük manaları yanında mecaz olarak “ölüm” anlamında da kullanılmaktadır. Uyku bir dereceye kadar hareket ve faaliyeti kestiği için ölüme benzetilerek ona da sübât denmiştir (Zemahşerî, IV, 207; Şevkânî, V, 421).
“Üstünüzde yedi kat sağlam gök yaptık” meâlindeki 12. âyet bazı farklılıklarla Kur’an’da birkaç defa geçmiş, oralarda gereken açıklama yapılmıştır )meselâ bk. Kur’an Yolu, Bakara 2/29; Mülk 67/3). Gökleri, alev alev yanarak dünyayı aydınlatan güneşi, bolca yağmur indirerek yeryüzünde birçok nimetin yetişmesine ve hayatın devam etmesine vesile olan bulutları yaratan yüce kudret, mahiyeti ve sistemiyle yeni bir âlem kurmaya elbette kadirdir; işte o âhiret âlemidir.
“Ayırım günü”nden maksat hakkın bâtıldan, haklının haksızdan, müminin inkârcıdan ayırt edileceği ve dünyada yapılanların karşılığının verileceği büyük hesap günüdür. Cenâb-ı Allah’ın belirlediği ve yalnız kendisinin bildiği kıyametin zamanı geldiğinde insanlar ve diğer bütün canlılar bir araya gelecek ve yüce Allah onların arasında hükmünü verecek, böylece dünyada işlenmiş bütün haksızlıklar karşılığını bulacak, kusursuz adalet gerçekleşecektir. İşte o güne “ayırım günü” veya “hüküm günü” denmesinin sebebi budur.
Bu âyet “Şüphesiz buluşma günümüz aynı zamanda hüküm günü olacaktır” şeklinde de anlaşılabilir. O gün sûra üflenince insanlar kabirlerinden kalkıp bölük bölük mahşer yerinde toplanacaklardır (sûr hakkında bilgi için bk. Kur’an Yolu, En‘âm 6/73; Hâkka 69/13).
Sûrenin başından buraya kadar Yüce Allah’ın kudretini gösteren deliller sıralanarak yeniden dirilmenin gerçekleşeceği açıkça ortaya konduktan sonra inkârcıların âhiretteki durumları ele alınmıştır. Mülk sûresinin 8. âyetinde canlı bir varlık gibi tasvir edilerek neredeyse öfkesinden çatlayacak duruma geleceği bildirilen cehennem, burada da pusuda düşmanı gözetleyen bir savaşçı gibi tasvir edilmekte ve böylece günahkârlar âhirette kendilerini bekleyen büyük tehlike konusunda uyarılmaktadır.
23. âyetteki ahkāb kelimesi “belirsiz uzun süre” anlamına gelen hukubun çoğuludur. Bu kelimenin cehennem azabının süresiyle ilgili olması, İslâm âlimleri arasında önemli bir görüş ayrılığının ortaya çıkmasında etkili olmuştur. İlk dönemlerden itibaren aralarında Hz. Ömer, Hz. Ali ve Abdullah b. Abbas’ın da bulunduğu bazı sahâbiler, Abd. b. Humeyd ve Şa‘bi gibi bazı tâbiîn âlimleri, sonraki nesillerden İbn Teymiyye ve İbnü’l-Vezîr gibi sünnî âlimler ile İbnü’l-Arabî ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî gibi bir kısım mutasavvıflar, diğer bazı âyetler yanında (meselâ bk. En‘âm 6/128; Hûd 11/106-108), özellikle “Orada yıllar ve yıllar boyu kalırlar” meâlindeki konumuz olan 23. âyete, ayrıca Allah’ın rahmetinin her şeyi kuşattığını (A‘râf 7/156), rahmetinin azabına üstün geldiğini, azabını geçtiğini (Buhârî, “Tevhîd”, 15, 55; Müslim, “Tevbe”, 14-16) bildiren âyet ve hadislere dayanarak cehennemin ve / veya cehennem azabının, uzun asırlar ifade eden bir sürenin ardından sona ereceğini yahut içindekilerin azaptan etkilenmeyecek hale geleceklerini düşünmüşlerdir. Ehl-i sünnet âlimlerinin büyük çoğunluğu ise diğer bazı deliller yanında, Kur’an-ı Kerîm’in ilgili birçok yerinde sık sık ebedîlik anlamı içeren “hulûd” ve “ebed” kavramlarının kullanılmasına ve daha başka delillere dayanarak, inkârcılar ve müşrikler için cehennem azabının sonsuzluğunu savunmuşlardır (bu konuyla ilgili tartışmalar ve ileri sürülen deliller hakkında geniş bilgi için bk. Yusuf Şevki Yavuz, “Azap”, DİA, IV, 305-309; Bekir Topaloğlu, “Cehennem”, VII, 231-232).
Ağırlıklı yoruma göre 29. âyette kayıt altına alındığı bildirilen “her şey” ile insanların sorumluluğu gerektiren inanç ve amelleri, iyilik ve kötülükleri; bunların kaydedildiği “kitap” ile de amel defteri veya levh-i mahfûz kastedilmiştir. Âyet, insanların dünyada yaptıklarından hiçbir şeyin Allah’a gizli kalmayacağını, yaptıkları her şeyden hesaba çekileceklerini gösterir. Hesapları görüldükten sonra yukarıda kendilerinden “azgınlar”, “hesaba çekileceklerini beklemeyenler” ve “Allah’ın âyetlerini yalanlayanlar” diye söz edilenlere, “Tadın artık! Bundan sonra size arttırarak vereceğimiz şey ancak azaptır” diye hitap edilir. Hz. Peygamber’in, Kur’an’da en ağır hitabın bu âyet olduğunu söylediği rivayet edilmiştir (Kurtubî, XIX, 182). Durumu açıklayan başka âyetlere göre onların derileri yandıkça yenilenecek (Nisâ 4/56), cehennemin ateşi hafifledikçe de ateş arttırılarak azapları devam edecektir (İsrâ 17/97).
Yeri geldikçe belirtildiği, özellikle bir kutsî hadiste de ifade buyurulduğu üzere, 31. âyette “müttakiler” şeklinde anılan itaatkâr müminler için âhirette hazırlanan nimetler, lütuf ve ikramlar “gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiçbir beşer aklının tam olarak tasavvur edemeyeceği türdendir” (Buhârî, “Tevhîd”, 35; Müslim, “Îmân”, 312). Çünkü bütünüyle âhiret gayb alanıdır; gaybı da Allah’tan başkası bilemez (bk. Bakara 2/3). Bununla birlikte, Allah Teâlâ, kullarının uhrevî nimetlere dair yaklaşık bir fikir edinmelerini sağlamak ve onlarda bir arzu uyandırmak için, birçok âyette olduğu gibi burada da idrak ve anlama gücüne göre temsilî bir anlatımla bu dünyada en çok ihtiyaç duydukları, arzuladıkları, sevdikleri nesneler ve hazlardan örnekler vermiştir. Bu anlatımda Kur’an’ın ilk muhataplarının beklentilerinin dikkate alındığı da söylenebilir; kezâ bu anlatımdan, âhirette cennete girmeyi hak eden her bir insana, dünyadaki ameline, zihnî ve ruhî kemaline, mutluluk anlayışına ve beklentisine göre neleri istiyor ve bekliyorsa onların verileceği sonucunu çıkarmak da mümkündür (ayrıca bk. Fussılet 41/30-33).
“Bunlar rabbinin bol bol lutfettiği karşılıktır, bağıştır” diye tercüme ettiğimiz 36. âyete, “Bunlar rabbinden, amellerine göre hesap ve takdir edilmiş bolca mükâfatlardır” şeklinde de mâna verilmiştir (İbn Âşûr, XXX, 47-48). Burada kapalı bir şekilde ifade edilmiş olan amellerin karşılığının, başka âyetlerde Allah’ın lutfu olarak on katı (En‘âm 6/160), 700 katı (Bakara 2/261), hatta hesapsız (Zümer 39/10) bir şekilde kat kat verileceği bildirilmiştir. 26. âyette azgınlara verilecek cezanın dünyada yaptıklarına uygun bir karşılık olduğu bildirilmişti. Burada da müminlerin yaptıklarına karşılık olarak verilecek ödülün Allah’ın bolca lutfu ve bağışı olduğu belirtilmektedir. 36. âyette müminlere âhirette verilecek nimetlerin niceliğini bildiren hisâben kelimesi, “çok, bol bol, yeter deyinceye kadar” şeklinde yorumlandığı gibi, “yeterli, kâfi miktarda, amellerin miktarına göre, hak edişe göre” şeklinde de açıklanmıştır. Ancak meâlde biz, kısmen birbirinden farklı olan bu iki yorumdan ilkini tercih ettik. Çünkü ödülün, amellere göre kat kat fazlasıyla, hatta hesapsız verileceğini bildiren âyetler de vardır (Bakara 2/261; Zümer 39/10; Gāfir 40/40) ve bu âyetlerde ahirette ödüllerin hak edişe göre ölçülü değil, Allah’ın razı olduğu kullarına, ölçüye ve hesaba sığmaz lütufları olarak verileceği belirtilmektedir.
Burada Allah Teâlâ’nın, müminlerin de müşriklerin de rabbi olduğuna bir ima vardır. Çünkü yüce Allah yerlerin, göklerin ve evrendeki her şeyin rabbidir. O, rahmân isminin bir tecellisi olarak bütün insanlara rahmetiyle muamele edip her türlü nimeti lutfettiği halde, müşrikler cehâlet ve nankörlüklerinin sonucu olarak Allah’ı bırakıp başka varlıklara tapıyor, onların kendilerini Allah’a yaklaştıracağını (bk. Zümer 39/3) ve O’nun huzurunda kendileri için şefaatçi olacaklarını iddia ediyorlardı (Yûnus 10/18). Böylece Allah’ın rahmân isminin gereği olan rahmetten de kendi iradeleriyle kendilerini mahrum bırakmışlardır. Hesap gününde bu yaptıklarının yanlış olduğunu anlayınca özür dilemeye kalkışsalar dahi kendilerine ne konuşma izni verilecek ne de özür dileme izni (krş. Mürselât 77/36). Çünkü o gün, kulların kendilerine düşeni yapma günü değil, dünyada yaptıklarının karşılığını görme günüdür, hüküm ve hesap günüdür. Bu sebeple o gün sadece Allah’ın hoşnut olduğu ve konuşmasına izin verdiği kimseler konuşacaklar ve bunlar da ancak gerçeği söyleyeceklerdir. Bütün bu açıklamaların asıl maksadı ise insanların fırsat eldeyken akıllı hareket ederek Allah’ın iradesine uygun bir hayat çizgisi benimseyip o çizgide sapmadan ilerlemeleridir.
Müfessirler 38. âyette zikredilen ruh hakkında farklı yorumlarda bulunmuşlardır. “Büyük meleklerden biri, Cebrâil, meleklerin ileri gelenleri” diyenler bulunduğu gibi, Allah’ın melek olmayan ordularından bir ordu, Âdemoğulları, Âdemoğulları’nın ruhları veya Kur’an olduğunu söyleyenler de vardır (bk. Râzî, XXXI, 24; Şevkânî, V, 428). Ruh ve melekler, Allah’a yakın olmalarına rağmen O izin vermedikçe hiç kimse hakkında şefaat edemeyeceklerdir (krş. Yûnus 10/3). Ayrıca, konuşmalarına izin verilenler ancak doğruyu söyleyeceklerdir; çünkü orada hakikatin dışına çıkmak veya herhangi bir şeyi gizlemek mümkün olmayacaktır.
Âhiret gününün gerçek olduğu tekrar vurgulanmış; ancak insanların, Allah’a giden yolu seçip seçmeme hususunda serbest bırakıldıkları hatırlatılmıştır. 40. âyette insanların uyarıldığı bildirilen “yakın azap”tan maksat uhrevî cezadır. “Gelecek olan her şey yakındır” anlayışına göre bu cezaya da “yakın azap” denilmiştir. Ayrıca her bir insan bakımından kıyametin uzaklığının sadece onun ömrü kadar olduğu söylenebilir; çünkü ölümüyle birlikte kendisi için dünya hayatı ve bu hayata bağlı zaman ölçüsü de bitmiştir. Nitekim bazı hadislerde insanın kabre girmesiyle birlikte ruhunun da hayattaki ameline göre bir tür ödüllendirilme veya cezalandırılma sürecine gireceği bildirilmektedir. (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 26; Buhârî, Cenâiz, 89) Nihayet dünyadaki zaman kavramının sadece yaşayanlar için bir anlam taşıdığı gerçeği dikkate alınırsa kabre girişle kıyametin kopması arasındaki “berzah” denilen dönemin “zaman” dışı veya farklı bir zaman boyutu olduğunu, dolayısıyla kabre giren için artık âhiretin uzakta olmadığını kabul etmek gerekir. Bu gerçekler ışığında baktığımızda âhiretin uzaklarda olduğu kanaati beşerin bir yanılgısından başka bir şey değildir. Bu sebeple sûrenin bu son âyetinde yüce rabbimiz, 37 ve 38. âyetlerde geçen rahmân isminin bir tecellisi olarak, kullarına rahmet sıfatıyla hitap etmekte; “yakın bir azap” konusunda onları vaktinde uyarmaktadır. Uyarının anlamı şudur: Sakın âhiretten kuşku duymayın! O bir gerçektir. Yönünüzü rabbinize dönmeniz, O’na doğru giden bir yol tutmanız için muhtaç olduğunuz fırsat ve özgürlüğünüz vardır. Uyarıldığınız azabı uzakta zannedip çok kısa ve çok değerli olan hayatınızı boş yere tüketmeyin; hayat kısa, şu halde âhiret ve hesap yakındır. O gün, baktığınızda karşınızda göreceğiniz şey, bu dünyadayken oraya gönderdikleriniz, yani kendi imanınız ve amelinizdir. O gün, inançsızların toprak olmayı insan olmaya yeğleyecekleri dehşetli bir gün olacaktır.

Peygamberimiz '(sav)in Dilinden Müslüman Şahsiyeti
Müziksiz ilahiler Dinle
Namaz Namaz Namaz
Namaz Hakkında Ne Ögrenmek istersin?

Ezan ve Kamet Öğren!
Allah (c.c.) Zatı ve Subuti Sıfatları

Esmaül Husna En güzel 99 isim

Açıklamalı Esmaül Husna

Resimli Elifba

Güzel Okumak için Tecvid öğren

Bilmeceler

Sudoku

Kelime Avı

Gerekli Nasihatler

Oruç

Zekat

Hacc

Veda Hutbesi

Abdest Nasıl Alınır Hangi Dualar Okunur

Gusul (gusl) Boy Abdesti Nasıl alınır

Teyemmüm

32 Farz öğrenmem Lazım

54 Farz Nelerdir

Adabı Muaşeret Ahlak Kuralları
Telif bilgisi : Bu sitede yayınlanan her türlü bilgi ve döküman kaynak gösterilerek veya göstermeksizin kullanılabilir. RB